Translate

23 Eylül 2025 Salı

Türk Hun Hükümdarı duası

Arapların putlara Perslerin ateşe taptıkları dönemden 800 sene önce, bir ve tek olan Tanrı’ya inanan Türk Hun Hükümdarları şu duayı okurlardı:

“Ulu Tanrı!
Her şeyi yaratan Tanrı!
Yenilmez, yıkılmaz, ölmez, bitmez, yitmez, yok olmaz Tanrı!
Suyu donduran, buzu eriten, buzdan su yürüten, sudan ırmak coşturan, ırmaktan göl dolduran, gölde balık gezdiren Tanrı!
Kuru derelere pınar koşturan, ota ağaca can yürüten, ottan ağaçtan çiçek çıkartan, çiçeklerden oğul veren, arıya bal yaptıran Tanrı!
Günümüzü aydınlatan, gecemizi yıldızlarla süsleyen Tanrı!
Bize yeni bir yıl veren Tanrı!
Bu yıl bize bol ver, bolluk ver!
Otumuz otlağımız bol ver!
Kulunlarımız kuzularımız bol ver!
Yapağımız yünümüz, yağımız sütümüz, peynirimiz, kımızımız bol ver!
Yağmurumuz suyumuz bol ver!
Avlağımız avımız bol ver!
Urısı, kızı oğulumuz bol ver!
Anamızı balamızı, oğulumuzu kızımızı, gencimizi yaşlımızı, bu Kara Yer üzerinde hepimizi kara çorlardan sakla, isizlikten bizi esirge Yüce Tanrı!
Yayımız yaman, okumuz şaşmaz, kılıcımız keskin kıl!
Yağının başını munsuz, bileklerimizi güçsüz, yüreklerimizi umutsuz koma!
Bahar geçsin yaz gelsin, yaz geçip güz gelsin, güz buduna yeğni gelsin!
Kuzumuz, kulunumuz, oğulumuz çok olsun!
TÜRK çoğalsın Acun üze bey olsun!
Aç, çıplak kalmasın, acun düzen dirlik bulsun!
Yer ve gök ülüşü için, atalarımız tini için sunduğumuz iduklarımızı una!
Yüce Tanrı!
TÜRK Budun ilsiz kılma, TÜRK Budun başsız kılma, TÜRK Budun töresiz kılma, Hun Budun yüzün yere vurma, TÜRK Budun tutsak kılma, hatun olacak kızlarımızı kun, bey olacak oğullarımızı kul kılma!
🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷
TÜRK budununu koru!”..
Kaynak : Ronald Cohn Jesse Russell, Tengriism,bookwika, VSD (1 Jan. 2012)
Alıntı.

21 Eylül 2025 Pazar

BOŞNAKLAR & PEÇENEKLER

BOŞNAKLAR TÜRK MÜ?
PEÇENEKLER İLE BOŞNAKLARIN BAĞI NEDİR?

Peçenek adının aslı Pesenek'tir. Ön Türkçe (Etrüskçe) PESEN sözü basan anlamına gelmektedir. Günümüz Türkçesinde hâlen yaşayan “pes etmek” ve “pestil olmak” gibi sözler buradan kalmadır. PESENEK adı, BASANAK yani basan; yöneten; yönetici anlamına gelmektedir. Peçenekler daha sonraki yüzyıllarda kendilerini hem PESENEK hem de onun evrilmiş biçimi BASANAK olarak adlandırmışlardır. Bu ad Latinceye Pasinacae ya da Bisseni, Yunancaya Patzinakoi, Arapçaya Bacanak ve Macarcaya da Besenyök olarak geçmiştir. Balkanlar'daki Peçenekler Slavlarla karıştıktan sonra kendilerini BASANAK sözünün Slavcalaşmış biçimi olan BOSANATS ve BOSNİYAK olarak olarak adlandırmışlardır. Bunlar Boşnaklardır.Peçenekler 10. yüzyılda Karadaniz'in kuzeyinden batıya yönelmişler ve Karadeniz'in kuzeyi ile Balkanlarda 11. yüzyılın sonlarına kadar önemli bir güç olmuşlardır.

 915 yılında Özi-Kubat bölgesinde yaklaşık 150 yıl (916-1065) Hanlık olarak örgütlenen Peçenekler, Ruslarla savaşarak onlara ağır darbeler vururlar. 915 yılında başlayan ve 1036 yılına kadar süren Peçenek-Rus savaşları, Ruslara ağır kayıplar verdirir. 944-1090 arası Peçenekler aralıksız Bizans'a saldırırlar, 1048 yılında Tunayı geçerek Bizansa akınlara başlarlar.

 1050 yılında Edirne'yi kuşatan Peçenekler, 1051 yılında da Bizansı istila ederler. 1053 yılında da Bizansı ağır bir yenilgiye uğratırlar. 1065 yılında Peçenek Hanlığı yıkılır. Ancak 1090 yılında Büyük Çekmeceye kadar gelirler ve bu sırada İstanbul’u almak isteyen Çaka Bey ile anlaşırlar. 
Bizans Devleti Kumanlardan yardım ister. Bizansın, Balkanlar'a gelmiş olan Kumanlarla anlaşması sonucu, Meriç kıyısında Kumanlar ve Peçenekler savaşa tutuşur. Peçenekler ağır bir yenilgi alırlar. Bu olaydan sonra Peçeneklerin bir kısmı Bizans Devleti'nin isteğiyle Selçuklular’a karşı Anadolu’ya yerleşmiş, ancak Malazgirt Savaşı'nda Bizans ordusunun önemli bir kısmını oluşturan Peçenekler saf değiştirerek savaşın kaderini belirlemişlerdir. Diğer bir bölümü ise Macaristan’a çekilerek Macarlarla karışmış, bir kısmı da Balkanlar'a yerleşerek bir süre daha varlıklarını sürdürmüş ve daha sonra Slavlarla karışarak Boşnak halkını oluşturmuştur. İlk Boşnak beyliği 1250 yılında Macaristan'a bağlı olarak kurulmuş, 1377'de bağımsız bir Krallığa dönüşmüştür. Bu Krallık daha sonra Hırvatları ve Sırpları da kapsayan bir krallık haline gelmiş, 1463 yılında da Osmanlı egemenliğine girmiştir.

TÜRKLERİN GERÇEK TARİHi
Arif Cengiz Erman
Aşağıdaki fotoğraf Bosna'daki Peçenek mezarlarıdır.

10 Eylül 2025 Çarşamba

HASAN TAHSİN

Rumlar hep bir ağızdan, "Türklere ölüm, Türklere ölüm" diye bağırıyorlardı. Birlikte Yunan milli marşını okudular. Törenden sonra Efsun Alayı, önünde Alay komutanı, sancağı ve sancaktan daha büyük Yunan bayrağıyla yürüyüşe geçmişti. Rum kızları, Yunan yürüyüş kolunun her iki tarafına kordon oluşturmuşlar yürüyorlardı. Efsun Alayı, kilise çanlarının sesleri, mavi beyaz elbiseler giyinmiş Rum kızlarının şarkıları arasında Kordon boyunda ilerliyordu, üstü otel ve altı kahve olan adına da Askeri Otel denilen yapının önünden geçiyorlardı, yaya kaldırımında sıralanmış halkın arasından hızla ilerleyen ince, uzun, siyah takım elbiseli yağız delikanlı dehşetten titreyen eline hâkim olabilmek için diz çöktü, Alay Kumandanı İstavriyanopolis'in arkasından yürüyen dağ gibi sancaktarının alnına nişan aldı,  elinde revolver toplu tabanca vardı. Gür sesiyle,
"Olamaz, böyle güle oynaya giremezler" diye bağırıyordu. 
Tetiğe bastı peş peşe... Efsun alayının sancaktarı boğuk bir sesle atının sırtından karpuz gibi düştü yere. Adeta zaman durmuştu. Önce sessizlik, sonra panik yaşandı. Yunanlılar denize doğru kaçmaya başladı. Efsun taburu yüz geri ederek darmadağın rıhtımdaki toplanma noktasına doğru kaçmaya başladı. Bu kaçış görülmeye değerdi. Efsunların püskülleri, ufki bir vaziyette arkalarında uçuyordu. Bu Hukuk'u Beşer gazetesi başyazarı Osman Nevres Bey'den başkası değildi. Bir tabanca sesi bütün bu zafer ve bayram havasını paniğe uğratmıştı. Genç gazeteci, bu panikten yararlanarak hemen yan sokağa sapmış, iki üç yüz metre kadar gerilemişti. Genç adam tabancasının kurşunları boşaldıktan sonra yaklaşan Efsunlara cebindeki bombayı da savurdu. Uzun ve kuvvetli kolu ile savurduğu bomba, arkadan gelenlerin hemen yanı başlarında patlayarak onları bir süre durdurdu. Genç adam bu ara bir evin penceresinden kendisini gözyaşları ile seyreden yaşlı bir kadın gördü. Osman Nevres Bey'in mermisi de bitmişti. 
"Nine, gördün ya" dedi."
Yarın ahirette şahidim sen ol, kurşunum tükendi, onun için geri gidiyorum. "Bunu söyleyerek artık büyük kaçışına başlamaya karar verdiği anda sokağın başında bir anda, vızıldayarak birçok kurşun geldi, bir kaç saniye ayakta kalabildi, dudaklarında bir tebessüm ve yüzünde bir rahatlık vardı. Sonra, dizlerinin üzerine düştü. Daha sonra ellerini, avuçlarını açarak kaldırım taşlarını tuttu. Yavaş yavaş yere kapandı. Sanki İzmir'i sımsıkı kollarının arasına almış, yurdumun topraklarına sarılmıştı arka üstü düştü, birkaç kez çırpındı, yarı yüzükoyun döndü."
Yalnız olduğunu anlayan Yunan işgalciler etrafını sardı, yerde yatan Osman Nerves'e ilk süngüyü iman tahtasına sapladılar, sonra neresine gelirse, orasına... Şehit olmuştu Osman Nerves, henüz gençliğinin baharında.
Asıl adı Recep oğlu Osman Nevres olan Hasan Tahsin'in Konya Yörüklerindendi. Ailesi Balkanların Türkleştirilmesi politikası çerçevesinde asırlar önce Anadolu'dan Selanik'e yerleştirilmişti. Osman,  ilk önce Mustafa Kemal'in de okuduğu Şemsi Efendi Okuluna gitti, sonra Selanik Feyziye Mektebi'ni bitirdi. Zeki, çalışkan ve lider ruhluydu. Hocalarının ve okul müdürü Cavit Bey'in dikkatini çekmişti. Siyasal bilgiler eğitimi almak üzere Fransa'ya gönderildi. Burslu olarak Paris Sorbonne Üniversitesi'nde siyasal bilimler öğrenimi gördü. En yakın arkadaşları, daha sonra şair olarak ünlenecek olan Yahya Kemal ve Şeyh Şamil'in torunu Hamza Osman Erkan'dı.
Bir pazar tatilinde İsviçre'de sinemaya gitmişti. Film 1911 Türk-İtalyan savaşını konu alıyordu ve İtalyanları yüceltirken Türkleri aşağılıyordu. Dayanamadı, yanından hiç ayırmadığı tabancasını çekti ve sinemayı boşalttı. Büyükelçiliğin müdahalesiyle kurtulmuştu. Bu onun sıktığı ilk kurşundu.
Birinci Dünya Savaşı çıkınca diğer öğrencilerle birlikte o da yurda döndü. Bu sıralarda İngiliz siyasetçilerinden Buxton Biraderler Balkanlar'da Osmanlılar aleyhine yoğun faaliyetlerde bulunuyorlardı. Teşkilat-ı Mahsusa onu Buxtonların öldürülmesiyle görevlendirdi. Temin edilen bir gazeteci kimliğiyle Bükreş'e gitti. Hedefini vurdu fakat öldüremedi. Bu onun sıktığı ikinci kurşundu. Cezaevinden ordularımızın Bükreş'e girmesiyle kurtarıldı ve İstanbul'a geldi.
İzmir'de on yedi yaşındaki kız kardeşi Melek Hanım'la beraber kalıyordu. Değişik adlarda gazeteler çıkartıyordu. Teşkilat-ı Mahsusa üyesi bir yarbayla Ege'nin iç kesimlerine sık sık gidiyor, Yunanlıların İzmir'e çıkma ihtimaline karşı hazırlıklar yapıyordu. Çalıştığı gazetede en son,
 "Bu vatan ya bizimdir ya hiç kimsenin onu ancak Allah'a veririz o da insansız olarak" diye yazmıştı.
15 Mayıs sabahı İzmir rıhtımına ayak basanları yerli Rumlar çılgın sevinç gösterileriyle, bir vatansever de kurşunlarıyla karşılar. Bu onun sıktığı üçüncü ve son kurşundur. Orada süngülerle delik deşik edilerek şehit edilmişti.
O Alaybeyoğlu Recep'in oğlu Osman Nevres'ti. Türk basınının yüz akı, gurur kaynağı Hasan Tahsin'di. Hasan Tahsin Osman Nevres'in Teşkilat-ı Mahsusa tarafından Bükreş'e gönderildiğinde kendisine verilen kimlikteki adıydı. O günden sonra hep o ismi kullanmıştı ve bugün de herkes o isimle kendisini tanıyordu.

5 Eylül 2025 Cuma

TANK DAĞA NASIL ÇIKMIŞ...?

1974 Kıbrıs Barış Harekatı zamanında bir Türk tankı Beşparmak Dağı’nın zirvesine kadar tırmanıp orada kalmıştır ve bir de hikayesi vardır.
Görüldüğü gibi Beşparmak Dağları dümdüz Kıbrıs (Meserya) ovasında sarp ve duvar gibi tek dik engeldir. Dağdan, Girne sahili uçaktan görünüyormuş izlenimi verir. Bu doğal engeller üzerinde kurulu Rum mevzileri ve beton korunakları ağır ateş altında 24 saatte ele geçmiştir. Batılı askeri uzmanlar mevcut mevzilerin mükemmel tahkimatı nedeniyle 6 aydan önce düşmeyeceği raporunu vermişlerdir. Bu tank, Türk’e has atılganlık ve cüretkarlığın kanıtlanmış bir örneği ve simgesidir.
2 Ağustos 1974 günü yapılan Lapta muharebelerinde düşmanı yan ve gerisinden vurmak için görevlendirilen özel kuvvette görevli olan bu tank; sarp araziyi aşarak görevini yerine getirmiş ancak düşman ateşi ile ağır hasara uğrayarak yanmış ve burada kalmıştır. 
Birliğin komutanı, tankın sürücüsü kahraman askere:
-Evladım bu tankı buraya nasıl çıkardın? diye sorar;
-Komutanım, o anda gözlerimin önünde engelsiz dümdüz bir yol göründü, Rumlar kaçıyor.Ateş ede ede buraya çıktım!
Komutan Mehmetçik’e emreder. – Tankı indir!
Er cevap verir; -O yolu(O günkü şartlar) görmeden nasıl indirebilirim komutanım?
Ve o tank halâ o dağın zirvesinde durmaktadır.
Tank komutanı: Tnk. Ütğm.Mahmut ŞANLITÜRK, 
Tank Mürettebatı: Onbaşı Gürler ERDAĞ, 
Er Abdülkadir KURT, 
Er Recep DOĞANYİĞİT.