Translate

26 Nisan 2025 Cumartesi

KATMA DEĞER

Bu bir 1.000 Gramlık, 
yani net 1 Kg ağırlığında bir saf demir külçedir. 

Ham olarak satarsanız, yurt dışına ihraç ederseniz, değeri 10 dolar civarındadır.

Eğer bu saf Demir külçeden 
At nalı yapmaya karar verir, satarsanız, yurtdışına ihraç ederseniz değeri 250 dolara çıkar.

Bunun yerine dikiş iğnesi yapmaya karar verir satarsanız, yurtdışına ihraç ederseniz, değeri yaklaşık 7.000 dolara çıkar.

Saat yayları ve dişlileri üretip satmaya, ihraç etmeye karar verirseniz değeri yaklaşık 2 Milyon Dolara çıkar.

Ancak yine de, litografide kullanılanlar gibi hassas lazer bileşenleri üretmeye satmaya, ihraç etmeye karar verirseniz, bunun değeri 25 Milyon Dolar olacaktır.

İşte "Katma Değer" denilen kavram budur.

Yeraltı madenlerinin işletilmeden ham olarak ihraç edilmesinin memleket için başarılı bir ticaret olduğunu söyleyenleri bir de bu paylaşımı anladıktan sonra değerlendirin, yorumlayın şimdi isterseniz.

Alıntıdır

25 Nisan 2025 Cuma

Alzheimer & Alimünyum

Biz çocukken, evde bakır kaplarda pişerdi yemekler. Arada bir kapı önünden geçen “kalaycı”lar, bakır kapları kalaylardı. Yemekler de bu kalaylanmış kaplarda pişerdi. Sonra birden alüminyum furyası çıktı!. Herkes bakır kaplarını satıp evi alüminyum kaplarla doldurmaya başladı… Büyük kolaylıktı. Hafifti, ucuzdu, kalaylanma derdi yoktu!. Yıllar yılı alüminyum kaplarda pişmiş yemeklerle beslendi beyinlerimiz. Derken çelik kaplar, teflon tencereler çıktı yakın yıllarda.
Ve atıldı ortaya bir yeni keşif! “Alzheimer” yani ALÜMİNYUM hastalığı!
Bu hastalığa yakalananların beyin hücrelerinde normalin 4 katına kadar alüminyum fazlalığı tespit oldu 1989 da… Özellikle, beynin hafızayla alâkalı hippocampus bölgesindeki hücrelerde bu birikim çok fazla olarak bulundu. İnsanların farkında olmadan gıda ve diğer yollarla aldıkları fazla alüminyum beyni iflasa sürüklüyordu.
İsimleri, yerleri, kişileri hatırlamaz hâle getiriyordu “ALZHEİMER” hastalığı. Ve bunda, kullanılan alüminyum kapların etkisi çok büyük!Yapılan araştırmalara göre, normal kapta pişen domatesteki alüminyum oranı, alüminyum kapta piştiğinde yüzde yüze yakın artıyordu.
Şimdi alüminyum tencereler kullanılmıyor pek ama tehlike geçti mi?
Bu defa da en başta alüminyum “kutu”larda saklanan, içilen konserve ve meşrubat türü gıdalar çıktı karşımıza. Bunların yanı sıra vücuda alınan bazı ilaçlara da dikkat edilmeli sanırım. Meselâ, stresli toplumlar sürekli mide yanmalarına karşı antiasid almaya başladılar. Ki alınan antiasid hap veya şurupların pek çoğunda yoğun miktarda alüminyum hydroxid ve alüminyum tuzları bulunmakta. Yanı sıra ishal kesici (antidiarrheal) haplar dahi alüminyumlu maddeler ihtiva etmekte. Bir kısım ağrı kesici aspirinler, kepek olmasını önleyici bazı şampuanlar, bazı
deodorantlar, hep beynimizin belâsı alüminyumu ihtiva etmekte…
Bilmem alüminyumlu nesnelerden uzak durmamız gerektiğini yeterince anlatabildim mi?.Yanı sıra kesinlikle LIGHT ve DIET yazan yenecek ve içeceklerden uzak durmak gerekiyor…Rafine beyaz şeker ise beyni “turn-OFF” yapan (çalışmasını durduran) madde olarak adlandırılıyor.

Prof. Dr. Turan GÜVEN

İstanbul Türkiye Boğaziçi

https://youtube.com/watch?v=uLHA877JYNc&feature=shared

1 Nisan 2025 Salı

RIDVAN HOCA

CUMA NAMAZINI KILDIRMAYAN İMAM, 


Takvim yaprakları 1919’u gösteriyor. Kahramanmaraş düşman tarafından işgal altında, halk perişan. Fransız General işgali kutlamak için bir gece Kahramanmaraş’ta bir balo düzenler. Baloya herkesi ve özellikle Ermenileri de davet eder.

Baloya çok güzel bir ermeni kızı gelmiştir. Fransız general ermeni kızını gözüne kestirir ve kızı dansa davet eder. Fakat Ermeni kızı: “Kaledeki Türk Bayrağı inmedikçe sizinle dans edemem” deyip generalin teklifini geri çevirir.

Bunun üzerine General askerlerine: “Kaledeki o bez parçasını indirin” diye alçakça bir emir verir. Ertesi gün Cuma günü, Maraşlılar kaledeki Türk Bayrağı’nın indirilip yerine Fransız bayrağının asıldığını görürler.

Maraş halkı üzgün ve çaresizdir. Derken Cuma ezanı okunur ve halk Ulu Cami’de toplanır. Sinirler gergin, herkesin morali çok bozuktur. Cami’nin İmamı Rıdvan Hoca Cuma Hutbesi için minbere çıkar ve cemaatin şaşkın bakışları arasında Türk Bayrağını eline alıp şöyle der:

“—Ey Cemaat, minbere Cuma Hutbesi için çıkmadım, bilesiniz. Cuma namazı hür insanlar için farzdır. Kalesinde kendi bayrağı dalgalanmayan bir memlekette Cuma Namazı kılınmaz. Önce bayrağımızı yeniden dalgalandıralım sonra namazımızı kılarız.” der.

Bir anda camide tekbir sesleri yükselir. Halk bu duygu ve cesaretle kaleye hücum eder. Fransız askerleri korkudan ne yapacağını şaşırır ve bayrağımız tekbir sesleriyle yeniden göndere çekilir. Halk o gün Cuma Namazını kalenin burcunda kılar.

Tamamen gerçek olan bu olay sayesinde halkın milli bilinci uyanmış “Silah gücüyle inen bayrağımız, yeniden göderde dalgalandırılmıştır.”

Ulu Cami imamı Rıdvan Hoca’nın ”—Maraş bize mezar olmadan düşmana gülizar olmaz. Kalesinde Türk Bayrağı dalgalanmayan ülkede Cuma Namazı kılınmaz” sözü tarihe altın harflerle kazınmıştır.

Maraş, Türk için işte bu yüzden çok değerlidir ve KAHRAMANMARAŞ ünvanını almıştır…

20 Mart 2025 Perşembe

NE OLMAK İSTEMELİ....

Robert De Niro bir gün şöyle demiş: 
Eğer bir şey olmak istiyorsanız, Doğru ve Güzel insan olun.
O kulvarda pek yarış yok.
Ve eklemiş 
Daha fazla “sevgiliye” sahip olmak sizi daha erkeksi yapmaz. Daha fazla “erkek arkadaş” edinmek sizi daha güzel kılmaz. Pahalı şeyler sadece ‘ucuz’ insanları çeker. Ve bu arada gençlik geçer. Güzellik de öyle. Geride kalan tek şey karakterdir.

Kadınlar, topuklu ayakkabı ve kısa etek giyen herkes olabilir; erkekler, pahalı takım elbiseler ve ayakkabılar giyen herkes olabilir. Ama aslında gerçek kadınlar ve gerçek erkekler, zihinlerini, ruhlarını ve karakterlerini ‘giyinenlerdir.’ Ne istediklerini bilirler ve asıl zarafetleri tavırlarında gizlidir.

Hayatınızı “ucuz” duygularla harcamayın. Çocuklarımıza, bir arabanın başarı göstergesi olmadığını ve yürüyerek gitmenin yoksulluk anlamına gelmediğini öğretmeliyiz.

19 Mart 2025 Çarşamba

ZEHİRLİ TOPUK DİKENİ

ZEHİRLİ TOPUK DİKENİ 🇹🇷 ÇANAKKALE 

Yemyeşil ormanların içinden dağdan tertemiz sular akan Şirin bir Anadolu köyünde dünyaya gözlerimi açtım. Babam, amcalarım onlardan önce de dedelerim askere alınmış, vatan topraklarını savunmak İçin arkalarında bıraktıkları aileleriyle helalleşip, hiç düşünmeden cepheye koşmuşlar. Gidenler geri gelmemiş, uzun süre haber alınamamış, günün birinde köy muhtarı şehit haberlerini getirmiş.

Bir büyük amcam sağ bacağı kesik, Gazi olarak dönmüş baba topraklarına ben doğmadan önce de vefat etmiş. Ninem onun kahramanlıklarını ve düşmanla göğüs göğüse nasıl çarpıştığını masal gibi anlatırdı bana. Ben bu öykülerle büyüdüm ve gerektiği zaman canımı bu kutsal vatan toprakları uğruna feda etmeye çocuk yaşımda Yemin ettim. Namert düşmana çiğnetmeyecektim topraklarımızı, asker doğdum ben, asker olarak büyüdüm. 

Yaşım onaltı olunca askere alındım, ne korktum ne de yaşım küçük diye endişe ettim. Ninem elime kına yaktı beni yolcu etmeden evvelki akşam, sabah dualarla yolcu ettiler beni ve benim yaşımdakileri... Babalarımız cepheden dönmemişti ve onlardan habersizdik. Günlerce piyade yol aldık. Köyden o güne kadar uzaklaşmamıştım, yürüdükçe başka köyler gördüm yanmış, yıkılmış, düşmanın pis çizmesi altında ezilmiş. Daha bir hınçla doldum, adımlarımı daha bir sert vurdum toprağa, “bu topraklar bizim” diye haykırdık yürürken. Günler sonra köylerden temin ettiğimiz eşeklerle yol alıp ucu bucağı gözükmeyen canlı bir su kaynağına geldik, neredeyse bizim civar köyleri de içine alacak bir hareketli su vardı önümüzde. Rengi masmavi, su sesi kulaklarda yankılanan, kıyılara vuran köpükleriyle ihtişamlı görünüyordu. O güne kadar dereler dışında bu kadar suyu bir arada görmemiştim. Deniz olduğunu söylediler duymuştum belki anlatılanlardan fakat duymak ve görmek farklıydı.
Sandallarla bizi karşı kıyıya geçirdiler, dalgalara elimle dokundum ve suyun tadına baktım tuzluydu, kimse bana deniz tuzlu dememişti, masmavi suların içinde kendimi su kuşu gibi hissettim, deniz çok güzeldi ve bu güzellikler benim vatanımsa kimse benden alamazdı.

Yolda analarımızın bize azık verdiği peksimetlere çökelekleri katık edip yemiştik, cepheye yaklaştıkça top sesleleri geliyordu aklıma Ramazan ayında atılan toplar geldi ve karnımın çok aç olduğunu karnımdan gelen gurultularla hissettim. Onbeş kişiydik aynı yaşlarda birden kendimizi cephede bulduk. Aklımıza korku gelmeden siperlere aldılar bizi ateş etmeyi biliyorduk, bizim oralarda herkes tüfek kullanmayı bilir, iyi atıcıdır. Tozlu arpa çorbası çeyrek somunla yarı aç yarı tok günlerce siperlerde yattık.

Geleni alnının ortasından vuracak kadar iyi atıcıydım, düşmanın pis bedenini kutsal topraklara serdiğim zaman içimi hınç doldurdu. Göğüs göğüse süngü ile savaşacağımız Zaman siperlerden çıktık, ayağımda ninemin diktiği çarık vardı, bastığım topraktan ayağıma batan çivi benzeri bir metal canımı yaktı, bedenimi uyuşturdu ve beni kutsal toprağıma serdi, gözlerim usulca kapandı. Komutanın sesini işittim “dikkat edin Arslanlar’ım, düşman havadan zehirli topuk dikeni atmış! Dikkat edin üzerine basmayın ölürsünüz!”

Ben işgal kuvvetlerinin havadan attığı zehirli topuk dikeniyle öldüm. Bu bir savaş suçuymuş aslında fakat onlar zaten ülkemi işgal ederek suç işlemişlerdi. Birde bizi insan yerine koymadıklarını söyleme cüretini göstermişler. Onaltı yaşımda binlerce çocuk gibi vatanım İçin öldüm ve destan yazdım. Çanakkale destanı yazıldı, Çanakkale geçilmez oldu düşmana. Kurtuluş Savaşını Unutmayın/unutturmayın 
bizi ve neden canımızı verdiğimizi.
Biz sizler bugün özgür yaşayın diye öldük.... UNUTMAYIN.. özgürlüğünüzden vaz geçmeyin...

 Alıntı😥

17 Mart 2025 Pazartesi

18 MART ÇANAKKALE ZAFERİ

18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında Çanakkale Boğazı'nda gerçekleşen deniz savaşlarının zaferle sonuçlandığı gündür. Bu zafer, Türk milletinin vatan sevgisi, cesareti ve fedakarlığı ile yazdığı destansı bir kahramanlık öyküsüdür.
Çanakkale Savaşı'nın Tarihsel Arka Planı:
 * I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla birlikte İtilaf Devletleri, Osmanlı İmparatorluğu'nu saf dışı bırakarak İstanbul'u ele geçirmek ve Rusya'ya yardım ulaştırmak amacıyla Çanakkale Boğazı'na yöneldi.
 * 19 Şubat 1915'te başlayan deniz harekatı, İtilaf Devletleri'nin güçlü donanmasıyla Osmanlı savunma hatlarını aşma girişimleriyle devam etti.
 * 18 Mart 1915'te gerçekleşen büyük deniz harekatında, Türk topçusunun ve mayın gemilerinin etkili savunmasıyla İtilaf donanması ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldı.
18 Mart Deniz Zaferi'nin Önemi:
 * Bu zafer, İtilaf Devletleri'nin denizden Çanakkale'yi geçemeyeceğini gösterdi ve kara harekatının başlamasına neden oldu.
 * Türk milletinin vatan savunmasındaki azmi ve kararlılığı tüm dünyaya ilan edildi.
 * Mustafa Kemal Atatürk'ün askeri dehası ve liderlik vasıfları bu savaşta ortaya çıktı.
 * Çanakkale Zaferi, Türk Kurtuluş Savaşı'na giden yolda önemli bir dönüm noktası oldu.
18 Mart Çanakkale Zaferi'nin Sonuçları:
 * İtilaf Devletleri'nin büyük kayıplar vermesi ve geri çekilmesi.
 * Türk ordusunun moral ve motivasyonunun artması.
 * Türk milletinin bağımsızlık ve özgürlük inancının güçlenmesi.
 * Çanakkale savaşları 25 Nisan 1915 ve 9 Ocak 1916 tarihleri arasında Gelibolu Yarımadasında, kara savaşları olarak devam etmiştir.
18 Mart Çanakkale Zaferi, Türk milletinin tarihinde unutulmaz bir yere sahip olup, her yıl bu anlamlı gün, şehitlerimizi anma ve zaferimizi kutlama törenleriyle idrak edilmektedir.

15 Mart 2025 Cumartesi

SAKA HÜSEYİN

  Çanakkale savaşında yaşanmış bir hikayedir. Hüseyin gönüllü olarak savaşa katılmıştır.  Bıyıkları yeni terlemeye başlamıştır. Üstelik gözleri gece pek iyi görmemektedir. Kumandan bu genç çocuğa bakarak :
_Senin yaşın küçük, eline silah veremem. Ama sana başka bir vazife vereceğim. Seni su sakası yaptım der.
  Bundan sonra görevi 35.alayın 2. bölüğüne su taşımaktır. Su taşıyan görevliye su sakası denirmiş o zamanlar. Hüseyine bir katır verirler. Adı artık saka Hüseyin olmuştur.
  Saka Hüseyin çok maytap, neşeli esprili, hazır cevap bir çocuktur. Bölükte herkes onu çok sever.
  Mevsim yaz mevsimi, hava çok sıcaktır. Saka Hüseyin akşama kadar yakınlardaki Bigali köyüne kadar gider su kaplarını doldurur tekrar bölüğüne dönerdi. Gide gele katır yolu öğrenmişti.
     Akşam olduğu için gözleri pek iyi görmemektedir. Katırın kulağına eğilip :
_ Haydi bakalım der, bu gün çok geç kaldık. 2. bölük bizden su bekler en çok da yaralılar bekler. Katır nasıl olsa yolu biliyor diyerek bir türkü tutturur:

Pınar baştan bulanır, 
İner dağı dolanır.

Al başımdan sevdayı
Buna can mı dayanır.

Rinna yarim rinna
Riiinna rinna

Artık birliğe az kalmıştır. 

Tam o sırada bilmediği bir dilden konuşan
iki düşman askeri dur işareti yapar. 
Hüseyin durumum vehametini kavrar. 
Katır birliği hiç şaşırmaz. Demekki birlik düşman eline geçmiştir.
    Hemen o pratik zekasını kullanır. Gülümseyerek askerleri selamlar. 
Gömleğini çıkarıp beyaz bayrak niyetine sallar. 
Askerler O'nu alıp komutana götürürler.
Komutanı selamlayarak katırı gösterir. 
Komutan meraklanır, tercüman ister. 
Hemen tercüman bulunur.
 _ Komutanım Mülazım Efendi size selam gönderdi. Hava sıcaktır yaralıları vardır, 
su bizim tarafta kalmıştır suları yoktur 
diye size su gönderdi der. Gider sulardan 
birer bardak içerek :
_Önce sen iç zehirli olmadığını anlasınlar dedi diye ilave eder. Gerçekten o kadar susuz kalmışlardır ki belki zehirli bile olsa gene 
içen çıkardı.
Komutanın gözleri dolar. Gene de zehirli olma ihtimaline karşı Onu sabaha kadar misafir edip karnını doyururlar.
 Sabah olunca ellerinde ne varsa peksimet, bisküvi, çikolata, sigara katırı alabildiğine yüklerler. Meğerse onların yiyeceği çoktur, 
ama bir damla suları kalmamıştır. Katırdaki suları mataralara doldururlar. Düşman askeri çok sevinir, adeta bayram eder. 
  Komutan gözyaşları içinde O'nun yanaklarından öper. Komutanına selam söyler. Çok minnettar olduklarını bunu hiç unutmayacaklarını bildirir. 
Saka Hüseyin birliğine ulaşana kadar kimse ateş etmez. Bir katır yükü erzakla döner birliğine bizim saka Hüseyin.
Birliğine gelince olanı biteni anlatır. 
Meğer bizim de yiyeceğimiz bitmiştir. 
Hemen askere dağıtılır. Pek bir ikrama geçer. Artık sevinme sırası bizim askere gelmiştir.
 O gün herkes saka Hüseyin'in cinliğini konuşup gülüşür. O gün öyle geçer.

Saka Hüseyin bu savaştan gazi olarak çıkar. Memleketi olan  TEKİRDAĞ Hayrabolu' da 
1975 yılında vefat eder.

SEFERBERLİK ÇÖREĞİ

Seferberlik Çöreği
Çanakkale Savaşı döneminde, Balıkesir Savaştepe Sarıbeyler Köyü kadınları, bir araya gelip ellerindeki tüm malzemeyi değerlendirerek, "seferberlik çöreğini" yapıp, cepheye göndermişler.
Un, yoğurt, zeytinyağı, şeker ve tarhana mayasıyla hazırlanan seferberlik çöreği, susama bulanıp, odun ateşinde pişiriliyor.
Sonra serin bir yerde kurutularak 2-3 ay bozulmadan sağlanabilecek hale geliyor.

Bu ekmeği, bugün tek bir kişi, Sarıbeyler Köyü'nde yaşayan, Fatma Erdil üretiyor.
Erdil bu çöreği ile coğrafi işaret de almış.

Egeliysen Bilirsin Sayfasından.