Translate

30 Temmuz 2024 Salı

ÖDLEK

AŞAĞIDAKİ ÖYKÜYÜ RUS YAZAR ANTON  ÇEHOV YAZMIŞTIR.

Ö D L E K 
Birkaç gün önce, evde çocuklarıma ders veren öğretmen hanımı çalışma odama çağırmıştım.
“Otur, Julia Vassilyevna” dedim. “Aramızdaki hesabı kapatalım. Her ne kadar şu anda paraya ihtiyacın varsa da, resmi bir merasimde bekler gibi bekleyeceğini ve bir türlü kendiliğinden gelip alacağını istemeyeceğini biliyorum. Neyse, gelelim hesabımıza: Ayda otuz rubleye anlaşmıştık…”
“Kırk.”
“Hayır, otuz. Not etmiştim, çok iyi aklımda. Hem ben öğretmenlere her zaman ayda otuz ruble öderim. Bu duruma göre; buraya geleli iki ay oluyor, dolayısıyla…”
“İki ay beş gün.”
“Tam tamamına iki ay. İşe başladığın günü özellikle not etmiştim. Bu demektir ki, altmış ruble kazanmışsın. Ancak sen bu iki aydan Pazar günlerini çık… biliyorsun ki, pazarları Kolya’ya bir şey öğretmedin, sadece beraber yürüyüşlere çıktınız. Ve üç tatil günü…”

Julia Vassiyevna kızgınlıktan kıpkırmızı kesildi ve öfkeden iki eliyle sıkı sıkı entarisinin eteklerine yapıştı. Fakat hepsi bu kadar…tek bir çıt dahi çıkarmadı.

“Dokuz Pazar, üç tatil günü, yani on iki rubleyi çık! Dört gün Kolya hastaydı, dolayısıyla ders falan vermedin, zaten o sıralarda Vanya ile uğraşıyordun. Üç gün de bir diş ağrısı yüzünden çalışmamıştın ve karım sana öğleden sonraları dinlenmen için izin vermişti. On iki, yedi daha… eder on dokuz. Altmıştan çıkar, geriye ne kalır?.. hımm… Kırk bir ruble. Tamam mı?”

Julia Vassilyevna’nın sol gözü kızarmış, yaşla dolmağa başlamıştı bile. Çenesi hafifçe titriyordu… Sinirli sinirli öksürdü, hızla burnunu sildi. Ancak hepsi bu kadar…tek bir çıt yok.

“Yılbaşına yakın bir gün, bir çay bardağı ve bir de tabak kırmıştın. Bunlar için de iki ruble çıkar. Çay bardağı dededen kalma antika olduğu için aslında iki rubleden çok daha fazla ederdi, ama neyse…boş ver. İşin sonunda ben ne zaman zararlı çıkmadım ki! İhmalin yüzünden Kolya bir gün ağaca tırmanmış ve ceketini yırtmıştı. Onun için de on ruble say. Yine senin dikkatsizliğinin yüzünden hizmetçi kız Vanya’nın ayakkabılarını çalmıştı! Evde tüm olup bitenleri dikkatle izlemen gerekir. Sana bunun için para veriyoruz. Dolayısıyla beş ruble daha çık. Ocak ayının sonunda sana on ruble vermiştim…”

“Hayır, böyle bir şey yapmadınız!” diye Julia Vassilyevna zorlukla yutkunarak cevap verdi.
“Not etmiştim. Yanlış olmama imkân yok!”
“Şey… Peki, öyleyse.”

Kırkbirden yirmi yediyi çıkar… kalır sana on dört.”

Kızcağızın şimdi iki gözü birden yaşla dolmuştu. Küçücük şirin burnunun altında da ter damlacıkları belirmeye başlamıştı. Zavallı kız!”
“Şimdiye kadar bana bir kere para verildi” diye titreyen sesiyle konuştu. “Ve o da sizin karınız tarafından. Hepsi üç ruble, fazla değil.”

“Sahi mi? Görüyor musun, ben onu not etmemişim! On dörtten üç daha çıkar…kalır on bir. Al azizim, işte paran: Üç, beş, dokuz, on, on bir. Tamam mı?”
On bir rublesini de avucuna koydum. Uzandı, aldı ve titreyen parmaklarıyla cebine sokuşturdu.
“Mersi” diye boğuk bir sesle fısıldadı.

Birden yerimden fırladım ve başladım odanın içinde bir aşağı bir yukarı gidip gelmeye. Sinirlerim son derece bozulmuş, kan tepeme fırlamıştı. Kızgın kızgın;
“Ne için bu… ‘Mersi’” diye sordum.
“Verdiğiniz para için.”
“Hakkını yediğimi sen de bal gibi biliyorsun Aman Tanrım! Ne biçim insansın sen, görmüyor musun ki, seni göz göre göre soydum! Daha ötesi var mı bunun, paranı çaldım! Ve sen hâlâ ‘Mersi’ diyorsun!”
“Bundan önce çalıştığım yerlerde hiç vermemişlerdi.”
“Hiç mi vermemişlerdi? Şaşırmaya da gerek yok ya! Bana gelince, sana ufak bir şaka yaptım. Sırf ders olsun, öğrenesin diye bu insafsızca yolu seçtim… Merak etme, seksen rublenin tamamını da sana vereceğim! Al işte, hepsi şu zarfın içinde seni bekliyor… Ancak bir insanın bu kadar pısırık olabileceğine de hâlâ inanamıyorum! Neden haksızlığa baş kaldırmıyorsun? Dünyada bu denli yüreksiz, tabansız olmak mümkün mü... Bu kadar ödlek olmak?”
Acı bir gülümseme dudaklarının kenarında kıvrıldı. Yüzündeki ifade, “Mümkün”, diyordu.

Kendisine zalim bir yoldan ufak bir ders verdiğim için özür diledim. O hâlâ şaşkın şaşkın bakınırken eline seksen rubleyi sıkıştırdım. O yine her zamanki ‘Mersi” siyle mırıldanır gibi üst üstü defalarca teşekkür etti ve odadan çıktı. Arkasından bakarken kendi kendime düşünüyordum:
“Şu dünyada zayıfları ezmek ne kadar kolay!"

Not : 
" Ağlamayan bebeğe meme vermezler."
" Hak verilmez, alınır." 
" Korkunun ecele faydası yoktur." 
" Sükut ikrardan gelir "
" insanlar konuşa konuşa, hayvanlar 
  koklaşa koklaşa anlaşır " 
" Korktuğun şey başına gelir " 
" Sevmediğin ot başında biter." 
ANONİM 


29 Temmuz 2024 Pazartesi

SENECA NE DEMİŞ?

Hatay müzesindeki bir lahitten alıntı;
Duvarda yazan söz MS 65 yılında vefat eden "Seneca" isimli bir düşünüre ait.
Para iIe satın aIınan sadakat, daha fazIa para iIe de satıIır.
BaşIayan her şey biter.
Büyük bir servet, büyük bir köIeIiktir.
ÖIüm, bazen ceza, bazen bir armağan, çoğu zaman da bir Iütuftur.
Yeryüzünde gün ışığına Iayık oImayan nice insanIar vardır ama, güneş her gün yeniden doğar.
Hayatı komedi sananIar, son espriyi iyi düşünsünIer!
Yaşıyorsak, haIa umut var demektir.
Aza sahip oIan değiI, çok isteyen fakirdir.
Hayatı kaybetmekten daha acı bir şey vardır, yaşamın anIamını kaybetmek.
Unutmazsan senin, affetmezsen onun canı acıyacaktır. Unutma, affetmek ve unutmak sadece iyi insanIarın intikamıdır.
Ey hayat, senin bu kadar önemIi tutuIman öIüm sayesindedir.
Unutma ki, birIikte oIduğun insanın geçmişini kurcaIamak, onunIa kurmayı düşündüğün geIeceği yok etmekten başka bir şeye yaramaz.
İnsanIarı tanımak için onIarı sınamaktan korkmayın; çünkü kaybediImesi gerekenIer, en önce kaybediImeIidirIer.
GençIiğinde biIgi ağacını dikmeyen, yaşIıIığında rahatIayacağı bir göIge buIamaz.
*Hafif acıIar konuşabiIir ama, derin acılar dilsizdir.*🌿
ÖLÜM HER ŞEYİ EŞİT KILAR.
Alıntıdır 

LOLAN

ÖN TÜRKLER'in ANASI  LOLAN GÜZELİ..
 
3 bin 800 yaşındaki Türklerin büyükannesi...
Doğu Türkistan’da tarım havzasında bir mezardan tam 200 mumya bulundu...
Mumyaların her biri Türk Şaman geleneklerine göre giydirilmiş ve süslenmişti.
Bulundukları yerin coğrafi özellikleri nedeniyle yüz hatları ve hatta kirpikleri bile yerli yerinde duran Mumyalar, elbette büyük bir keşif!

Özellikle de Lolan Güzeli adı verilen Mumyanın
aşırı korunmuş hali araştırmacıları şoke eden bir durum.
Kahverengi saçlı ve uzun burunlu bu Mumyaların
Çinlilerden çok daha önce yaşadığı bu yüz hatlarıyla bile rahatlıkla ortaya çıkabiliyor.

Lolan Güzeli'ni diğer pek çok Mumya türünden ayrı tutan bir diğer nedeniyse
iç organlarını alınmadan Mumyalanması.

Yani antik Mısır geleneklerine çok uzak ve çok daha ileri düzeyde bir Mumyalama biçimi.
Yapılan DNA testi sonuçlarına göre de Lolan Güzeli'nin yüzde 100 Türk kökenli olduğu yani
Türklerin atalarından olduğu ortaya çıkıyor.

"Türk yok" diyenler, ben "Türk" dedikçe,
Türk tarihinin derinine inmeye çalıştıkça yerinde duramayanlar, açık kanıtları görmezden gelenler bunu da görmek istemeyecekler…

Mumya tam 3 bin 800 yaşında ve çok iyi durumda, yarı açık gözlerindeki uzun kirpikleri düzgün biçimde korunmuş ve
çok iyi durumdaki uzun saçları omuzlarına düşüyor.

Lolan’ın bulunduğu tuz tepesinde, çok iyi korunmuş otuza yakın m
Mumya daha ortaya çıkarıldı.
Bu m
Mumyalar da yine onun gibi özellikler taşıyor.
Yoğun tuzlu ve çok düşük nemli çevre,
Mumyaların binlerce yıldır iyi durumda kalmasında etkili olmuş.

Urumçi’deki Müzede bir de yün battaniyeye sıkıca sarılmış,
gözlerine iki mavi taş konmuş "Baby Blue" Mavi Bebek adı verilen
kahverengi-kızıl saçlı 8 aylık bir bebek Mumyası var.

Mumyaları 1934’te keşfeden İsveçli kâşif ve arkeolog Folke Bergman.
Onu oraya götüren de bir yerel avcı olmuş.

Kazılara ancak 2003’te başlanabilmiş.
Bazı erkek ve kadın mumyalarda, Şaman olduklarını kanısını güçlendiren
kimi aşırı sivri uçlu, kimi tepesi uzun keçe kaşmir şapkalar bulunmuştur.

Tarım havzasındaki Çarçan, Lobnur, Turpan ve Kumul Mumya mezar alanlarında bulunanlar arasında beyaz buğday taneleri, Hint Keneviri dahil olmak üzere tedavi amaçlı kullanılan bitkiler,
tılsımlar ve ayinlerde kullanıldığı düşünülen kırmızı bağcıklarla bağlanmış çubuk demetleri, tekerlekli ahşap arabalar, sığır-koyun-keçi boynuzları, kuş kemiklerinden yapılmış kolyeler, hasır işleri,  nefrit boncuklar, tahta taraklar, maskeler var.

Erkek mumyalara pantolon ve dize kadar boğazlı botlar giydirilmiş.
En önemlisi, mezarların yanlarında bulunan at kemikleri ve kavak ağacından yapılmış altı açık tabutların üzerini örten at derileri.
Yani, Türklerin binlerce yıllık olmazsa olmazı, At kültürü burada da kendini gösteriyor.
Bir Mumyanın üzerinde ameliyat izi var, At kılıyla dikilmiş.

Amerikalı doktorların tespitine göre dünyada ilk ameliyat veya operasyonlardan olarak kabul ediliyor.
Mezarlarda ameliyat aletleri de bulunmuş. 2007 yılında, Çin hükümeti
National Geographic Topluluğu’nun yürüttüğü gen araştırmasına izin verdi.
Yapılan araştırmanın sonunda, Mumyaların Avrupa, Mezopotamya, İndus Nehri bölgesi ve
henüz belirlenmeyen diğer bölgelerden geldikleri anlaşıldı.
Bu Çinlilerden çok önce oralarda yaşamış olmaları nedeniyle gayet normal.
Gerçekten de bilgisayar ile oluşturulmuş modellenmesiyle Lolan, Çinlilere göre,
daha uzun boylu, beyaz tenli, upuzun kirpikli, ince düz burunlu olarak etnik terminolojiye göre "Kafkas Türkü" 
(Caucasian).

Kafkasyalının ille de Kafkasya topraklarından olması gerekmiyor.
Afrika ve Güney Doğu Asya ırkları özellikleri ile hiçbir ilgisi olmayan beyaz Avrupa ırkı sınıfına giriyor.
Lolan, ABD’de ilk olarak Mart 2010’da California’daki Bowers Müzesi’nde sergilendi.
Xiahoe, söz konusu Mumyaların bulunduğu mezarlara Çinlilerin verdiği ad.

Mart 2011’de ise Pennsylvania’da "İpek Yolu’nun Sırları" adlı sergide yer alacaktı.
Ancak Çin’in ani kararı ile sergiden çekilmesi büyük bir hayal kırıklığına neden oldu.
Serginin başında bulunan Pennsylvania Üniversitesi Çin Dili ve Edebiyatı profesörü Dr. Victor Mair, yorum yapmayı reddetti.
Böylece Asya’nın kökenleri hakkında büyük sırlar saklayan Mumyanın
üzerindeki tartışmalar tekrar gündeme gelmiş oldu.
Önceleri Çinliler sonunun neye varacağını fark etmeyip Mumyanın Gen analizinin yapılmasına izin vermişler.
Genetik analiz sonucu boş bulunup Mumyaya "Türklerin büyükannesi" adını vermişler.

Ama artık Tarım Mumyaları, Pekin hükümetinin fazla üzerine gidilmesini istemediği kendilerinin de
araştırma yapmadığı antik eserler durumunda.
Sebebi de özellikle genetik çözümün dünyanın bilgisine açılmasıyla
Mumyaların Ön Türkler olarak kabul görmeye başlanması.
Bir diğer sebep de Uygur Türklerinin Mumyaları haklı olarak sahiplenmesi.

Bu yüzden müzede profesyonel çekim yapılmasını yasaklamışlar.
Bulgulara göre Tarım havzasındaki bu kadim topluluk buğday ekmiş,
hayvancılık yapmış, tekerlekli araçlar kullanmış, maden işlemişler...

Alıntı

28 Temmuz 2024 Pazar

TABAKHANEYE B. K YETİŞTİRENLER...

TABAKHANEYE B..K YETİŞTİRMEK 

Osmanlı döneminde deri tekeli bir yer vardı; orası da Safranbolu.. Safranbolu'da tabaklanmayan deriyi satanlardan, o dönemin tüccarları alış veriş yapmazlardı.

O dönem çok para kazanan Safranbolu'lu iş adamları Köşkler, konaklar ve 99 odalı evler yaptırmış, bazı evlerin içine çeşme dahi getirilmiştir…Safranbolu’ yu ziyaret ederseniz bu şahane konakları müze gibi gezebilirsiniz,pansiyon olarak günlük ziyaretçisi de olabilirsiniz.

Safranbolu'da taze köpek dışkısı için tabak hanelerde yaygın olarak binlerce köpek beslenirmiş. Ham deri, kıllardan, yağ ve et tabakalarından mekanik olarak temizlendikten sonra kimyasal olarak işlendiği “sama” (incelik kazandırmak) safhasında, taze köpek dışkısı enzimlerine ihtiyaç duyulduğundan, tabakhanelerin olduğu yerleşim yerlerinde çoluk çocuk ellerinde teneke ve maşrapalarla, köpek dışkısı toplarlar, “sama” işlemi ancak dumanı tüten taze dışkı ile yapılabildiğinden koşa koşa tabakhanelere yetiştirirlermiş, çünkü bayatlarsa para etmezmiş. Sonraları İstanbul Kazlı çeşme semtinde kurulan deri fabrikaları da aynı yöntemi yıllarca kullanmış.

Hayvanların derilerinin işlendiği atölyeler köpek dışkısı için yanar tutuşurlarmış. Çünkü bir tek taze köpek bokunda bekletilen deri yumuşacık, kıl köklerinden arınmış, gözenekleri açık, ince, homojen… yani kaliteli olabilirmiş. Bu nedenle köpek çiftlikleri kurulmuş… Binlerce köpek beslenmiş, üretilmiş ve hatta köpeğin dışkısını sıcak ve kurumadan yetiştirmek için sistemli bir iş örgütlenmesi kurulmuş..

Bugün bu tür dericilik tamamen yok olmuş olup, yapay olarak yani kimyasallarla da aynı sonuç elde edilmeye başlanınca köpeklerin de, dışkı toplayıp yetiştirenlerin de pabucu dama atılıvermiş. O zamanlar hızlı koşanlara, bugün ise deli gibi araba sürenlere “Tabakhaneye bok yetiştiriyor” denmesi yeni kuşakların nereden geldiğini bilmediği, merak ettiğini de sanmadığım bir deyiş..

-belki de içinde b.k kelimesi geçtiğinden, günümüze kadar gelebilmiş. Safranbolu'da deriyi işleyip kullanılabilir hale getiren meslek erbabına; “Dabbak mısın; it bokuna muhtaçsın” denirmiş..
Artik kimyasallar ile it bokuna gerek yok ama tabakhaneye bok yetiştirenler çooook..

ALINTIDIR... 



22 Temmuz 2024 Pazartesi

ÇOĞUNLUĞUN KARARI

SOKRATES VE TALEBESİ 

Bir gün Sokrates yine talebeleriyle sohbet ederken bir talebesi Sokrates' e sorar der ki:

- "Eğer demokrasi çoğunluğun kararını kabul etmekse, adil olan da bu değil midir?

Mesela yüz kişinin oy kullandığı bir yerde, 
elli bir kişinin kararına mı uymak daha adil 
ve doğru olur, yoksa kırk dokuz kişinin kararına uymak mı?

Hem çok mümkündür ki, daha çok insanın daha az insandan yanılma ihtimali daha azdır. Şu halde sizin demokrasiye karşı çıkmanız doğru olmadığı gibi haklı da sayılmaz."

Bunun üzerine Sokrates her zaman olduğu 
gibi soru cevap yöntemini kullanarak o 
talebeye önce sorar:

- "Bize söyler misin bilge olmak mı daha zordur yoksa cahil olmak mı daha zordur? "

Talebe:

- "Elbette ve hiç şüphesiz bilge olmak daha zordur.

Bilge olmak için çok okumak araştırmak ve yorulmak gerekirken cahil olmak için bir şey yapmaya gerek yoktur."

Sokrates:

- "Peki o halde bize yine söyler misin toplumlarda cahil insanların sayısı mı çok olur, yoksa bilge insanların sayısı mı çok olur? "

Talebe:

- "Elbette ve hiç şüphesiz cahil insanların 
sayısı fazla olur."

Sokrates:
- "Peki bize yine söyler misin, bir gemide yüz yolcu bulunsa, geminin nerde nasıl hangi yönde yelken açması gerektiğini kaptan mı daha iyi bilir, yoksa o yüz yolcu mu?"

Talebe:

- "Eğer yolcular içinde Denizcilik bilgisi olan yoksa pek tabi en iyi bilen kaptandır."

Sokrates:

- "Peki o halde diyebilir miyiz ki herkes her konuda karar veremez .

Herkes bildiği yerde konuşmalı.

Her iş ehline verilmeli...."

Talebe:

- "Pek tabi olması gereken budur."

Sokrates:

- "Peki o halde, bize yine söyler misin,

kimin hangi konuda bilgili olup olmadığını bilmeden,

sadece çoğunluk oldukları için kararlarını 
doğru bulmak adil ve doğru olabilir mi ?

Hem sen de kabul ettin ki,

bir toplumda cahillerin sayısı bilgelerden 
hep daha çok olur."

Alıntıdır

19 Temmuz 2024 Cuma

AZ BİLİNEN KAŞİFLER VE ALİMLERİMİZ


1. Akşemseddin: Pasteur ’dan 400 sene önce mikrobu bulmuştur.
2. Ali Kuşçu: Büyük astronomi bilgini. İlk defa ayın şekillerini anlatan kitabı yazmıştır.
3. Ebul-Vefa: Trigonometri’de tanjant, cotanjant, sekant, kosekant ’ı bulan büyük alimdir.
4.Biruni: İlk defa dünyanın döndüğünü ispat etmiştir.
5. Ebu Kamil Şü’ca: Avrupa'ya matematiği öğretmiştir.
6. Ebu Ma’şer: Med-Cezir (Gel-Git) olayını ilk o bulmuştur.
7. Battani: Dünyanın en büyük kaşifidir. Trigonometrinin kaşifidir.
8. Cabir Bin Hayyan: Atomun parçalanabileceği ve sonuçları hakkında ilk kitabı yazmıştır. Atom bombasının fikir babası ve kimya biliminin atası büyük alim... 
9. Cezeri: 8 asır önce otomatik sistemin kurucusu ve bilgisayarın babasıdır. 
10. Demiri: Avrupalılardan 400 sene önce zooloji ansiklopedisini yazmıştır.
11. Farabi: Ses olayını ilk defa fiziki yönden açıklamıştır. Sesin fiziki izahını ilk defa o yapmıştır. 
12. Gıyasüddin Cemşid: Matematikte ondalık kesir sistemini ilk o bulmuştur.
13. İbn Cessar: Cüzzamın sebebini ve tedavisini 900 sene önce açıklamıştır.
14. İbn Hatip: Vebanın bulaşıcı bir hastalık olduğunu ilmi yoldan açıklamıştır.
15. İbn Firnas: Wright kardeşlerden bin sene önce ilk uçağı yapıp uçmayı gerçekleştirdi.
16. İbn Karaka: 900 sene önce harika bir torna tezgahı yapmıştır. 
17. İbni Türk: Cebirin temelini atan bilginlerdendir. 
18. İdrisi: Yedi asır önce bugünkü ne çok benzeyen dünya haritası çizmiştir. 
19. İbni Sina: Eserleri Avrupa üniversitesinde 600 sene ders kitabı olarak okutmuştur. Tıbbın babasıdır. 
AVRUPA'ya göre adı: AVICENNA’dır !..
20. Kadızade Rumi: Yaşadığı asrın en büyük matematik ve astronomi bilginidir. Fizik kurallarını astronomiye uyarlamıştır. 
21. Kambur Vesim: Verem mikrobunu R. Koch’tan 150 sene önce keşfetmiştir. 
22. İbnünnefis: Avrupalılardan üç asır önce küçük kan dolaşımını keşfetmiştir. 
23. Piri Reis: 400 sene önce bugünküne en yakın haritasını çizmiştir.
Yıl 1913 Gülhanede bilimsel araştırma kurumu olan 
BAKTERIYOLOJIHANE-İ Osmaniyenin çalısmaları dünya çapında üne sahipti.
Öyle ki : Bu kurumda 
1) difteri serumu üretimi  
2) dizanteri serumu üretimi
3) tüberkülin üretimi 
4) mallein testi üretimi 
5) tifo aşısı üretimi yapılmaktaydı.
Alıntıdır. 🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷

18 Temmuz 2024 Perşembe

Düğün Vergisi

Mel Gibson ın muhteşem Brave Heart filmiyle William Walles ın sevdiği kadın, eşi ile başına gelen olayı hatırlayarak bu yazıyı okumaya başlayalım...

OSMANLI'DA GERDEK GECESİ İÇİN ALINAN VERGİ: ARUS RESMİ

Arûs, gelin demektir. yani gelin vergisi de diyebiliriz buna. Osmanlı kayıtlarında resm-i arûs, gerdek resmi gibi ifadelerle de tanımlanmıştır. şimdi diyeceksiniz ki: "dikkat çeksin diye buna gerdek vergisi diyorsun. bu aslında bildiğin düğün vergisi!"

Öyle değildir. Osmanlılarda zaten nikah vergisi bulunmaktaydı. Nikahı kıyan ve resmî belgeye işleyen kadılar, o an vergiyi de tahsil ederlerdi. Arûs resmi ise tamamen feodal mantıkla alınan bir vergidir. Çünkü bu vergiyi alan devletin kendisi değil, tımar sahibi olan kişi idi. Yani bu kişi, "bu topraklar benim hakkım. o sebeple bu topraklarda gerdeğe girecek kişi bana gerdek hakkı vermelidir!" demekteydi.

Bu vergi Osmanlı'nın ilk dönemlerinde yoktur. Osmanlı bunu fethettiği Avrupa topraklarından öğrenip uygulamıştır. Orta çağ feodal Avrupa'sında "ilk gece hakkı" denen "formariagge" adlı verginin Osmanlı'daki hâlidir arûs resmi.

Verginin miktarı da kanunnâmelerde şu şekilde belirtilmiştir:

Müslüman bakire kız için: altmış akçe

Müslüman dul kadın için: otuz akçe

Gayr-i müslim bakire kız için: 45 akçe

Gayr-i müslim dul kadın için: 20 akçe

Bu vergiler sancaktan sancağa ufak farklılıklar göstermekle birlikte başka faktörlerde de vergi miktarı artmış yahut azalmıştır.

Meselâ; hâtunun babası zengin ise 100 akçeye kadar çıkan bu vergi, kızın ailesi çok yoksul ise göstermelik bir iki akçeye kadar düşmekteydi.

Fatih Kanunnâmesi'nden şöyle bir alıntı: 

"... ve gerdek değerü âlâsı altmış, evsât'ül - hâl olursa kırk yâhut otuz, fakir olsa yiğirmi yâhut on akçe alına... " (evsât'ül hâl, orta halli demektir.)

Tabii yukarıda devletin aldığı vergi değildir dedim ama eğer evlenecek hâtunun babası sipahi yahut beylerbeyi vs. ise bu vergi doğrudan devlet hazinesine aktarılmıştır.

3 kasım 1839'da ilan edilen Gülhane hatt-ı hümâyunu, nâm-ı diğer Tanzimat Fermanı ile birlikte bu vergi kaldırılmış, kadıların nikâh için aldıkları vergi "izinnâme harcı" ismiyle varlığına devam etmiştir. 
Alıntıdır. Mel Gibson ın muhteşem Brave Heart filmiyle William Walles ın sevdiği kadın, eşi ile başına gelen olayı hatırlayarak bu yazıyı okumaya başlayalım...

OSMANLI'DA GERDEK GECESİ İÇİN ALINAN VERGİ: ARUS RESMİ

Arûs, gelin demektir. yani gelin vergisi de diyebiliriz buna. Osmanlı kayıtlarında resm-i arûs, gerdek resmi gibi ifadelerle de tanımlanmıştır. şimdi diyeceksiniz ki: "dikkat çeksin diye buna gerdek vergisi diyorsun. bu aslında bildiğin düğün vergisi!"

Öyle değildir. Osmanlılarda zaten nikah vergisi bulunmaktaydı. Nikahı kıyan ve resmî belgeye işleyen kadılar, o an vergiyi de tahsil ederlerdi. Arûs resmi ise tamamen feodal mantıkla alınan bir vergidir. Çünkü bu vergiyi alan devletin kendisi değil, tımar sahibi olan kişi idi. Yani bu kişi, "bu topraklar benim hakkım. o sebeple bu topraklarda gerdeğe girecek kişi bana gerdek hakkı vermelidir!" demekteydi.

Bu vergi Osmanlı'nın ilk dönemlerinde yoktur. Osmanlı bunu fethettiği Avrupa topraklarından öğrenip uygulamıştır. Orta çağ feodal Avrupa'sında "ilk gece hakkı" denen "formariagge" adlı verginin Osmanlı'daki hâlidir arûs resmi.

Verginin miktarı da kanunnâmelerde şu şekilde belirtilmiştir:

Müslüman bakire kız için: altmış akçe

Müslüman dul kadın için: otuz akçe

Gayr-i müslim bakire kız için: 45 akçe

Gayr-i müslim dul kadın için: 20 akçe

Bu vergiler sancaktan sancağa ufak farklılıklar göstermekle birlikte başka faktörlerde de vergi miktarı artmış yahut azalmıştır.

Meselâ; hâtunun babası zengin ise 100 akçeye kadar çıkan bu vergi, kızın ailesi çok yoksul ise göstermelik bir iki akçeye kadar düşmekteydi.

Fatih Kanunnâmesi'nden şöyle bir alıntı: 

"... ve gerdek değerü âlâsı altmış, evsât'ül - hâl olursa kırk yâhut otuz, fakir olsa yiğirmi yâhut on akçe alına... " (evsât'ül hâl, orta halli demektir.)

Tabii yukarıda devletin aldığı vergi değildir dedim ama eğer evlenecek hâtunun babası sipahi yahut beylerbeyi vs. ise bu vergi doğrudan devlet hazinesine aktarılmıştır.

3 kasım 1839'da ilan edilen Gülhane hatt-ı hümâyunu, nâm-ı diğer Tanzimat Fermanı ile birlikte bu vergi kaldırılmış, kadıların nikâh için aldıkları vergi "izinnâme harcı" ismiyle varlığına devam etmiştir.

Alıntı

14 Temmuz 2024 Pazar

PALTO KARIŞIKLIĞINDAKİ YAZAR..

Paris'te 1938'de bir tiyatronun vestiyer görevlisi kadın, temsil bittikten sonra, Amerikalı müşterilerden birine paltosunu giydirir. Müşteri hemen paltoyu çıkarır:
-Bu benim değil, der. 
Vestiyer görevlisi kadın, Amerikalının paltosunu arar, arar, bulamaz. Yanlışlıkla bunu başka bir müşteriye giydirdiğini anlar. Paltonun cebinde 150 dolar kadar para ve Amerikan sigaraları vardır. 

Vestiyer görevlisi kadın, bütün bunları ödemekle kalmayacak, tiyatro ile mukavelesi de bozulacaktır. Telâş içindedir. Amerikalıdan özürler dileyerek ertesi güne kadar mühlet ister. 

O geceyi uykusuz geçirir ve sürekli düşünür: 
"Yanlışlıkla bu paltoyu giyip giden müşteri, Fransızsa geri getireceği şüphelidir. İngilizse geri getireceği muhakkaktır." vs, vs. Böylece, zihninde tanıdığı bildiği bütün milletlerin insanlarına göre birer ahlâk notu verir. 
Ertesi gün, sabahtan itibaren, gözleri kapıda beklemeye başlar. 
Öğleye doğru, zayıf, gözlüklü, orta yaşlı ve orta boylu bir adam çıka gelir ve paltoyla birlikte ceplerindeki dolarları ve sigaraları kadına teslim eder. Kadın sevinçten deli gibidir. Namuslu müşteriye bir çift bilet hediye etmek ister, kabul ettiremez. Sorar: 
-Fransız mısınız siz? 
-Hayır, madam. 
-İngiliz? 
-Hayır. 
-İtalyan? 
-Hayır, madam, ben Türk'üm. 
O zaman, kadın gece düşündüklerini anlattıktan sonra:
-Türkler hiç hatırıma gelmemişti, der. 
Ve müşteriye, Türk bayrağının rengini hatırlatan kırmızı ve beyaz güllerden acele yaptırdığı buketi hediye eder. 

Bu hikâye yaşanmış ve doğrudur, çünkü buketi alan Türk, PEYAMİ SAFA'dır.
Alıntı

13 Temmuz 2024 Cumartesi

BİNALARDA BALKON KAPATMA, MUTFAK İLE BİRLEŞTİRME HAKKINDA YARGITAY KARARI...

Koronavirüs salgını döneminde uzun süre evde karantinada kalan birçok kişi, cam balkon kapatma işlemini tercih ederek evlerine cam balkon yaptırdı. Evlerini daha fazla genişletmek, alandan tasarruf sağlamak ve balkonlarını dış koşullardan korumak amacıyla bu uygulamayı tercih edenler için kötü haber geldi.

Yargıtay, milyonlarca kişiyi ilgilendirecek emsal bir karara imza attı. Bazı binalarda cam balkonlar, komşular arasında sorunlara neden olurken şikayet konusu oldu.

YAZILI İZİN ŞARTI

Binaların balkonları, dış cepheden pay aldıkları için diğer odalardan farklı olarak kabul edilmekte olup binanın ortak alanları arasında sayılıyor. Bu nedenle, balkonlarda yapılacak tadilat ve değişikliklerde apartmandaki kat maliklerinin beşte dördünün yazılı izninin alınması gerekiyor. Bu iznin alınmaması durumunda ise cam balkon kaçak yapı olarak değerlendiriliyor.

YARGITAY'DAN EMSAL KARAR


Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, 2015/6244 Esas ve 2016/2299 numaralı karar ile milyonlarca kişiyi ilgilendiren cam balkon hakkında emsal bir karar açıkladı. İşte Yargıtay’ın emsal kararı:


Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün belgeler incelenip gereği düşünüldü:

Davacı vekili dava dilekçesinde, davalıya ait 42 numaralı bağımsız bölümde projeye aykırı olarak kapatılan açık balkonun eski haline getirilmesini talep etmiş, mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.

634 sayılı Kat Mülkiyeti Yasası'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında kat maliklerinin ana taşınmazın mimari durumunu titizlikle korumaya mecbur olduklarının altı çizildi. İkinci fıkrada ise kat maliklerinden birinin, bütün kat maliklerinin beşte dördünün yazılı rızası olmadıkça ana taşınmazın ortak yerlerinde inşaat, onarım, tesis ve değişiklik yapılamayacağı belirtildi.

Bu karar, cam balkon yaptıran kişilerin apartmanlarında kat maliklerinin yazılı iznini alması gerektiğini bir kez daha vurguluyor. Aksi takdirde, yapılan cam balkonlar kaçak yapı olarak değerlendirilecek

BALKON İLE MUTFAĞI BİRLEŞTİRDİ


Dosya içeriğinde yer alan bilgilerden, özellikle bilirkişi raporundan anlaşıldığı üzere, davalıya ait bağımsız bölümdeki mutfakla bağlantılı balkonun, mutfakla balkon arasındaki kapı, pencere ve duvarın kaldırılarak mutfakla birleştirildiği, balkonun ise PVC malzeme ile kapatıldığı belirlendi.

Bilirkişinin tespitine göre, bu değişiklik sabit eser niteliğinde ve Yargıtay uygulamalarında da benimsenen kurallar gereği, bütün kat maliklerinin beşte dördünün yazılı rızası olmadan yapılamaz.

Mahkeme kararında belirtildiği üzere, balkonun kapatma malzemesinin saydam (cam) veya ışık geçirmeyen nitelikte olması, bina statiğini etkilememesi, çevreye zarar vermemesi gibi koşullar değişiklik yapılabilmesi için önemli.

Ancak, projeye aykırı olarak balkonun kapatılması nedeniyle eski haline getirilmesi gerektiği kararına rağmen, balkonun daire içine alınarak kullanılmasının ruhsata tabi olmadığı, diğer kat maliklerine zarar vermediği ve ana yapının statiğini tehlikeye sokmadığı gerekçeleriyle talebin reddedildiği belirtilmiştir.




9 Temmuz 2024 Salı

EN ESKİ TÜRK ANAYASASI


Bilge Kağan ve kardeşi Kültigin yazıtlarına kazılan Bilge Kağan yasaları en eski Türk Anayasasıdır. Buna Türk "Töresi" denir. 

Madde 1: Tengri tektir.

Madde 2: Her kim ki, Tengri'den kut almak dilerse, başkasına yakarmasın.

Madde 3: Bir İl (ülke), bir Kağan, bir Tengri.

Madde 4: Bir kına iki kılıç girmez. Bir Hatun iki er alamaz ve bir budunda iki töre olmaz. Töre tektir. Töre kesin ve keskindir. Kim ki, töreye uya kutlanır. Kim ki, töreye kıya katlanır.

Madde 5: Kimse töreden üstün değildir. Dirlik ve birlik için töre budur.

Madde 6: Bir çoban sürüsünden, bir er ailesinden, bir Kağan budunundan sorulur.

Madde 7: Her er eşine, atına, pusatına sahip çıkacak.

Madde 8: Ana-babaya ve ataya tazim (saygı) duyulacak.

Madde 9: Hısımına sarılacak, komşusunu gözetecek.

Madde 10: Er kişi yalan söylemeyecek.

Madde 11: Mal çalan, mülk çalan misliyle ödeyecek. Hesabı ya malıyla ya canıyla sorulacak.

Madde 12: Kim ki, bir ırza musallat olursa, canından olacak.

Madde 13: Her kim olursa olsun haksız, aldatıcı iş tutarsa hesabı hemen sorulacak.

Madde 14: Cenkten beri duran ya da kaçan tamuya (cehennem) uçacak.

Madde 15: Aman dileyene kılıç üşürülmeyecek, sığınana arka dönülmeyecek.

Madde 16: Başkaldıranın başı alınacak, hak isteyenin hakkı verilecek.

Madde 17: Kimse kimseye üstünlük taslamayacak. Ne ak etin karadan, ne karanın kızıldan, ne kızılın sarıdan farkı olmayacak.

Madde 18: Kin ve gururdan uzak olunacak.

Madde 19: Mazluma merhamet, zalime azap duyulacak.

Madde 20: Zayıfa, yaralıya, çocuğa ve kadına el kaldırılmayacak.

Madde 21: Kızı isteyen Kağan da olsa, bey de olsa, kız istediğine verilecek.

Madde 22: Gereksiz yere ağaç kesmeyeceksin, suyu kirletmeyeceksin.

Madde 23: Bilmeyip de bildim demeyeceksin, bilene danışacaksın.

Madde 24: Bugünün işini yarına bırakmayacaksın.

Madde 25: Kusur görmeyecek, kusur aramayacaksın.

Madde 26: Güçlüyken affet, zayıfken sabret.

Madde 27: Yazgına asi olma.

Madde 28: Yaptığın iyiliği unut, yapılan iyiliği unutma.

Madde 29: Herkes adaletle iş görecek.

Madde 30: Her ne edersen et, yargılanacağını her daim akılda tut.

Madde 31: Milletine yaban kalma. İpeğin iyisine, sözün güzeline kanma, onlara boyanma.

Madde 32: Kağan o dur ki, adaleti üstün tutsun, töreyi yaşatsın. Töre yok olursa, İl yok olur. İl olmazsa, budun kul olur.

Madde 33: Ey Türk Oğuz beyleri, ey milletim işitin!
"Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe senin İlini ve töreni kim bozabilir?"

Kaynak: Bilge Kağan Yazıtı. Yazıtın dikiliş tarih: İS-730.
Yer: Ötüken-Moğolistan.

3 Temmuz 2024 Çarşamba

GÜBRE - DOMATES - SEMİZ OTU

Bundan üç yıl önce Sivas / Gürün'deki bahçemizde tesadüf bir domates fidesinin kökünün yanında yabani semiz otu filizlenmişti... Hiç dokunmadım... Aylar içerisinde gördüğüm olgu kökünde semiz otunun filizlendiği domates fidesi tarladaki diğer domateslerden daha fazla büyüdüğünü, geliştiğini hiç hastalanmadığı ve daha fazla ürün verdiğini gördüm... Bu semiz otundan aldığım bütün tohumları ertesi sene diktiğim her domates fidesinin yanına bir SEMİZ OTU tohumu koydum... Sonuç mükemmeldi... Domatesler hayvansal gübreye bile ihtiyaç duymuyordu... ( LÜTFEN YETİŞTİRDİĞİNİZ BİTKİLERDE AZOT NİTRAT VB. KİMYASAL BARINDIRAN GÜBRELER KULLANMAYIN...İNANIN SİZİN CANINIZI, CANLARINIZI ALAN AZRAİL OLUYORLAR...) Bu sene merakımdan köklerini görebileceğim şekilde 20 cm kadar kazdım domatesin kökleri 18 cm bitiyordu ama semiz otunun köklerinin sonunu 30 ya da 40 cm kazmama rağmen sonunu göremedim... İşin ilginç yanı semiz otunun kökleri ve o köklere ait zilleri domatesin kökleri ile kaynamıştı... İşin sırrı semiz otu toprağın çok derinliklerine ulaşıyor o derinliklerdeki besinlerle beslenirken o derinliklerdeki domatesin ulaşamadığı besinleri de domatesle paylaşıyordu... Toprağın altında öyle bir dünya vardı ki bitkiler birbirleri ile yardımlaşıyor bir birbirlerini güçlü tutabilmek için her şeylerini paylaşıyorlardı.
Toprağın altında bir hoşgörü cenneti mevcuttu... İnsanlar çocukları kadınları öldürürken bitkiler birbirlerini yaşatıyordu.
Alıntı