Translate

31 Aralık 2024 Salı

KAMONDO MERDİVENLRİ

KAMONDO MERDİVENLRİ 1850'li yıllarda yapılan merdivenler, Osmanlı İmparatorluğu'nun en önemli banker ailelerinden biri olan, Sefarad Yahudileri'nden Kamondo Ailesi tarafından Abraham Salomon Kamondo adına yaptırılmıştır.[1] Merdivenlerin yapıldı dönemde Banker Sokağı da, Fransızca Rue Camondo (Türkçe: Kamondo Caddesi) olarak bilinmekteydi.

Neobarok ve erken Art Nouveau üsluplarının bir karışımı olarak tasarlanan saç örgüsünü andıran merdiven, Camondo'nun evinden yürüyerek iş yerinin bulunduğu Bankalar Caddesi'ne ulaşması ve yine Avusturya Lisesi'nde okuyan çocuklarının da okula rahat gidebilmeleri için kestirme bir yol olarak inşa edilmiştir. Altıgen şeklinin, çocuklarının kaymaları halinde basamaklardan aşağıya düşmelerini önlemek için tasarlandığı düşünülmektedir.[2]

30 Aralık 2024 Pazartesi

KAŞAR

KAŞAR...

Kaşer peyniri Selanik'te bir tesadüf eseri olarak Raşel isminde bir Yahudi kızı tarafından bulunmuştur.
 Babası büyük bir beyaz peynir yapıcısı olan Raşel, bir gün beyaz peynir için hazırlanan büyükçe bir teleme kitlesini kaza ile içinde kaynar su bulunan kazana düşürmüş ve bunu çıkarıncaya kadar teleme kitlesi erircesine yumuşamıştır. 

Raşel, telâşla bu haşlanmış teleme kitlesini tesadüfen tezgâh üzerinde bulunan bir yoğurt karavanasına koyup sıkıca bastırarak içinde hava kalmayacak şekilde kalıplamış ve üzerini örterek ihtimara, öz türk-çe deyimle bir nevi ekşiyip olgunlaşmaya bırakmıştır. 

Raşel, böylece beyaz peynirden daha lezzetli ve boyasız, tabii bir şekilde sarı renkli bir peynir elde edince durumu babasına bildirmiş ve başına gelenleri anlatmıştır. 
Babası da, elde edilen bu yeni peynir çeşidini pek beğenmiş ve bir parçasını alıp hahama götürmüştür. 

Musevî dininde yenilip içilecek maddelerin haham tarafından muayenesi ve onun yenmeye veya içilmeye elverişli olup olmadığı kararını vermesi gerekir. Yenilip içilmeye elverişli ise (Kaşer), değil ise (Turfa) hükmü verilir. 

Bugün bile Musevî dükkân ve kasaplarında satılan yiyecek maddelerinde bilhassa tavuk ve etlerde haham tarafından vurulmuş (Kaşer) damgası vardır. Mutaassıp Museviler bu damgayı görmedikçe tavuk ve et yemezler.
Alıntıdır. 

27 Aralık 2024 Cuma

V İ D A...

Arşimet vidası, sıvıları kaldırmanın kolay bir yolunu bulmak olan antik çağın en büyük pratik sorunlarından birini çözdü. 
Arşimet bu operasyonun göreceli basitlikle gerçekleştirilmesine izin veren bir makine yarattı: Arşimet vidası. 
Makina büyük bir vidadan oluşup tüp içine konulmaktadır kaynaklı su geçirmez olması gerekmez. 
Tüpün alt kısmı sıvının içine daldırılır ve vidayı döndürerek her basamak spiral boyunca yükseltilen belirli bir miktar maddenin üst kısmından çıkıp depolama havzasına boşalmak üzere toplanır.

Dönme enerjisi bir sapla, hayvanlar, yel değirmeni pervaneleri veya tarım traktörleri ile sağlanabilir. Arşimet vida, Diodorus Siculus ve Athenaeus'un ifadelerine dayanarak Arşimet'e atfedilir. 
Ancak son çalışmalar, Babil'in asma bahçelerini sulamada kullanıldığı düşünüldüğü için Arşimet'ten önce icat edilmiş olabileceğini gösteriyor. Arşimet, Mısır'da İskenderiye'de kaldığı süre boyunca vida üzerinde çalışmış olabilir ve bu nedenle Orta Doğu ülkesinde bilinen bir enstrümanı İtalya'ya ithal etmiş olabilir. Arşimet'in çalışmalarının bilim tarihi üzerinde önemli bir etkisi vardır, hem antik çağda, hem gösterilerinin sertliği bir model olarak alındığında, hem de Rönesans'ta, sürümlerde veya orijinal metinde yayınlanan eserleri, kuranlar için büyük ilgi konusu olur Modern deneysel bilim. Galileo Galilei, Le Meccaniche eserinde Arşimet'in vidasını alır: "Arşimet'in vidasını suyu çıkarmak için" pasajında, nasıl çalıştığını gösterir.
 “Bu yerde Arşimet’in vida ile su yükseltme icadı bana sessizlikle geçilmeli gibi gelmiyor: bu sadece harikulade değil, aynı zamanda mucizevidir; çünkü suyun asmada yükseldiğini, sürekli indiğini göreceğiz... “

Bugün bile Arşimet vidası katı, sıvı ve gaz hallerindeki maddeleri kaldırmak için çeşitli bağlamlarda kullanılır.

23 Aralık 2024 Pazartesi

Aaron Swartz İNTERNET DAHİSİ

21. yüzyılın en büyük bilgisayar dahisi ve aktivist Aaron Swartz, ailesini ve çalıştığı ekip arkadaşlarını hayran bırakacak kadar derin bir bilgisayar zekasına sahipti.

Birçok büyük yazılım firmasında çalıştı. Küçük yaşlardan itibaren yetişkinleri şaşkına çevirecek programlar yazdı. Ancak tüm bunların dışında Aaron Swartz önemli bir eylemciydi. Aaron Swartz, bilginin herkes için erişilebilir olması gerektiğini savunuyordu. Bu sebepten dolayı başı beladan kurtulmadı.

Aaron Swartz, 8 Kasım 1986’da Chicago’da doğdu. Küçüklüğünden beri de ailesini şaşırtmayı başardı. Diğer çocukların aksine o, parkta salıncakta sallanmaktan ya da top oynamaktan zevk almıyordu.

Küçüklüğünden beri tek eğlencesi vardı. Babasının masaüstü bilgisayarından programlama yapmak.

Küçük Swartz, 3 yaşındayken kendi çabalarıyla okuma ve yazmayı sökmüştü. Kardeşi Noah Swartz’ın söylediğine göre Aaron, programlamayla yapacaklarının sınırının olmadığı fikrindeydi. Bu yüzden bilgisayar başında geçirdiği saatlerden zevk alıyor ve kod yazmaktan asla sıkılmıyordu.

Sadece 12 yaşındayken Aaron Swartz, bugün kullandığımız Vikipedi’nin ilham kaynağı ve atası olan TheInfo adlı siteyi tek başına kodladı.

Küçük Dahi 13 yaşında internet besleme teknolojisi olan RSS üzerine çalışmaya başladı. Swartz, aynı teknoloji üzerinde çalışan bir ekibe dahil oldu. 1 yıl gibi kısa bir süre zarfında ekibin en önemli üyesi olmuştu bile. 1 yıllık iş arkadaşlarını merak eden ekip, tanışmak için Aaron Swartz’ı yüz yüze görüşmeye çağırdı. Ancak hiç beklemedikleri bir yanıt aldılar.

Aaron Swartz 14 yaşına yeni girdiğini ve annesinin izin vereceğini sanmadığını söyledi. Bu cevap üstüne şok olan ekip Aaron Swartz’ı daha fazla merak etti ve ailesiyle görüşerek onu San Francisco’ya çağırdı.

San Francisco’ya gittikten sonra Aaron Swartz’ın yazılım kariyeri resmi olarak başlamıştı. Telif hakları konusu Aaron Swartz’ın canını fazlaca sıkıyordu. O, bilginin herkes tarafından erişilebilir olmasını savunuyordu.

Ona göre okul vakit kaybıydı. Öğretmenlerin otoriter ve kontrolcü davrandıklarını ama onların da ne yaptığını bilmediğini söylüyordu. Ödevlerin veriliş amacının olmadığından bahsediyordu.

Aaron Swartz’ın okulu bırakmasının bir nedeni daha vardı; özenle çalıştığı projelerine daha fazla zaman ayırabilmek. Bu projelerden birini bugün hepimiz biliyoruz. Dünyada en fazla kullanılan forum sitesi Reddit.
***

Üniversitelerin bilgi kaynaklarının halktan saklanmasına fazlasıyla sinirleniyordu. Bu yüzden, bu konuda çalışmalar yapmaya başladı. Fakat, internetin öz evladı dahi Aaron Swartz’ın sonunu getiren de bu olacaktı.

Aaron Swartz, Tim Berners Lee’nin büyük hayranıydı. Tim Berners Lee, onun gözünde adeta bir kahraman ve idoldü. Çünkü, parayla satsa milyar dolarlar kazanabileceği hizmetini ücretsiz sunarak binlerce insanın bilgiye erişimini kolaylaştırmıştı.

Aaron Swartz da bu olaydan hayranlıkla kendi projesini geliştirmeye başladı.

Aaron’un projesinin adı OpenLibrary idi. Siteden çok bir veri tabanıydı aslında. Bu site, bütün kitapların bulunduğu bir kütüphaneden eserlerin incelemelerine, bilgilerine ve genel içeriklerine kadar birçok ayrıntıyı halka sunuyordu.

Swartz, Amerika’daki yüzbinlerce kitabı, insanlara kolay bir şekilde ulaşılabilir yapmaya çabaladı. Tüm insanları bilgiye daha rahat erişebilir hale getirmek için kurmuştu bu siteyi. Ancak Aaron, bunun yeterli olmadığının farkındaydı. O yüzden de, hükümete göre, fazla ileriye gitti ve başını belaya soktu.

Aaron Swartz Mahkemeyle Başını Belaya Soktu

PACER, Amerika’daki insanların mahkeme kayıtlarını tutan devlete ait bir veritabanı. İnsanların her bir mahkeme kaydına ulaşmak için ödemesi gereken ücret ise 10 cent. Ancak, bu küçük görünen rakama rağmen Amerika’nın sadece bir yılda PACER veritabanından kazandığı para 120 milyon dolar.

Aaron Swartz bunun saçmalık olduğu fikrindeydi. İnsanların kendilerine ait mahkeme verilerine para vermelerinin soygun olduğunu söylüyordu. Bu yüzden PACER veritabanını hackledi. 760 GB boyutunda belgeyi ve 2.700.000 mahkeme kaydını halka açık sitelerde paylaşmaya başladı.

Aaron Swartz’ın bu hamlesi hükümeti sinirlendirdi. Hükümetin otoritesini halkın gözünde sarsan bu hamle, PACER veritabanından elde edilen geliri de kısmış oldu. Ancak, hükümetin asıl ilgilendiği konu mahkeme dokümanlarının çalınması değildi.

Bu belgelerin arasında mahkemelerin yaptığı usulsüzlükleri de açığa çıkaran belgeler vardı. Bu yüzden de başı hükümetle belaya giren Aaron Swartz, devletin yaptığı işlerle daha fazla ilgilenmeye başladı.

Aaron Swartz sadece PACER’la kalmadı. İnternette yaklaşık 40 dolar gibi bir fiyata ulaşılabilen akademik makalelere, sadece öğrenciler ücretsiz bir şekilde erişim sağlıyordu. Bunun doğru olmadığını düşünen Swartz, makale yayıncısı JSTOR’a, MIT’nin (Massachusetts Institute of Tecnology) veritabanından ulaşarak akademik makaleleri indirmeye başladı.

MIT buna engel olmaya çalıştı, ancak Aaron MIT’nin sunucularına sızarak bunu engellemeyi başardı. Yaklaşık 4 milyon makaleyi kendi bilgisayarına indirmişti. Fakat, bunları halkla paylaşamadan davalık oldu.

MIT ve JSTOR, Aaron Swartz’a dava açtı. Bu davada kendisinin sorumlu olmadığı siber saldırılar ve internet hırsızlıkları da Aaron Swartz’ın üstüne atıldı. Tüm bu suçlardan yargılanan Aaron Swartz, hükümetin bir yasası için de imza kampanyası başlatmıştı. SOPA yasasının kabul edilmesi halinde, hükümet istediği zaman istediği siteye erişim engeli koyabilecekti.

İmza kampanyası başarılı olan Swartz, bu yasayı engellemeyi başardı. Ancak bu, hükümetin kendisine karşı daha fazla cephe almasına sebep oldu.

JSTOR, akademik makalelerden dolayı açtığı davadan vazgeçmiş, davayı geri çekmişti. Ancak Aaron’a karşı sert bir cephe alan hükümet, bu davanın geri çekilmesine rağmen Swartz’ın peşini bırakmadı. Sonuç olarak, Aaron Swartz’ı 35 yıl hapis cezasına ve 1 milyon dolar para cezasına çarptırdı.

Halkın bilgiye erişimini kolaylaştırmaya ve internet özgürlüğüne hayatını adayan Aaron Swartz ülkede resmen terörist ilan edildi. Mahkeme Aaron Swartz’ı siber terörist olarak yargıladı.

Mahkeme sonucunda bütün bu haksız yaftalamalara ve işlemediği suçlardan yargılanmasına dayanamayan Aaron Swartz, 11 Ocak 2013’te intihar etti. İntihar ettiğinde 26 yaşındaydı.

Bugün sahip olduğumuz Vikipedi’yi ve Reddit’i ona borçluyuz. Belki de internet dünyasının bu kadar gelişmesinde en etkili isimlerden biriydi Aaron Swartz. Mahkemenin usulsüzlüklerini ortaya çıkarması ve hükümete bu denli karşı çıkması onun sonunu getirdi. Ancak, internetin öz ve dahi çocuğu, yaptığı işlerle daima hatırlanmaya devam edecek.

İnsanlık uğruna harcanılan bir kısacık ömür...
Alıntı

18 Aralık 2024 Çarşamba

2 DİRHEM 1 ÇEKİRDEK...

İKİ DİRHEM BİR ÇEKİRDEK NE DEMEK...

Bir keçiboynuzu çekirdeğinin ağırlığı 200 mg. dır,
asla değişmez ve bu çekirdeklerin yüzyıllar boyunca 
Arap'larda, Selçuklu'da ve Osmanlı'da Elmas ve değerli
taşların ağırlığını ölçmekte kullanıldığını ve bu nedenle
bugün kuyumculukta 200 mg. karşılığı olarak kullanılan 
"karat / kırat" ölçüsünün adının da Keçiboynuzunun 
Latince ismi olan "CERATONİA"
ve Arapça ismi olan "CARRAT" dan gelir.

Ayrıca,
16 çekirdek "BİR DİRHEM" eder.

Bir Osmanlı altını 33 çekirdek 
(yani, 2 DİRHEM + 1 ÇEKİRDEK)
ağırlığında olmasından dolayı, 

Osmanlı'da çok süslü ve şık giyinenlere, zenginliğine
atıfta bulunularak 
"ALTIN" gibi anlamında 
"İKİ DİRHEM BİR ÇEKİRDEK" benzetmesi yapılırmış. 
Alıntıdır.

12 Aralık 2024 Perşembe

DarHane...

Egenin bir köyünden kadının birisinin kocası ölüyor kadın kocasının ölüsüne bakıp bakıp diyor ki "Baktın hava yağmur havası, ocakta darhana çorbası ne diye ölüvedin gözü kör olası". 🙂

Ve işte tarhana çorbasının öyküsü:

Soğuk ve karlı bir kış günüdür. Padişah ve veziri kimseye haber vermeden ava çıkmışlardır. Gezmişler, dolaşmışlar, avlanmışlar akşamı etmişlerdir. Geri döneceklerdir de bir türlü ormandan çıkamamışlardır. 

Artık karanlık çökmek üzere ve umutların tükendiği bir zamandır ki; bir kulübecik görürler. Kapıyı çalıp misafir olmak istediklerini söylerler kulübe sakinlerine. Kabul görürler, misafir olurlar haneye.

Ev sahibi erkek, misafirlerinin için için üşüdüklerini hissettiği an:
-Hanım, baksana nasıl da üşümüşler, çorba kaynatır mısın misafirlerimize?.. der.

Ev sahibesi hanımefendi hemen kalkar ve toprak bir güvecin içinde çorba hazırlar.
Çorbalar içilince, içi ısınır misafirlerin, rahatlarlar; üstlerindeki abaları postları çıkarınca göz alıcı giysiler çıkar meydana. Az, biraz genç olanı:
-Ben padişahım der.
Hane halkı şaşırır, demek ki padişah fakirhanenin konuğudur.

Padişah devamla:
-Benim sarayımda da her gün kazanlar kaynar ama hiç böyle lezzetli çorba içmedim bugüne kadar, nedir bunun adı?.. der.

Ev sahibesi hanım şaşırır; “Çorbanın da adı mı olurmuş, adı üstünde, çorba işte…” diye geçirir aklından.

Ancak padişah soran gözlerini kadının gözlerine dikmiş, gelecek cevabı beklemektedir. 

Ne desin kadın?.. “Fakir Ev” anlamına gelen:
-Darhane Çorbası, hünkârım… deyiverir.

Geceyi o “Dar hane” de geçiren padişah ertesi gün ne yapmıştır bilinmez ama söyleyiş özellikleri nedeniyle günümüze “Tarhana” olarak taşınmıştır bu çorbanın adı.

Tarhana Çorbası, soğuk kış aylarının vazgeçilmezidir memleketimizin. Buram buram kokusu gelen; börülceli, acı kırmızıbiberli o tarhanadır. Yaz aylarından çıkmadan, kınalı ellerle hazırlanır da toprak boduçlara, kurutulmuş su kabaklarına doldurulup saklanırdı eskiden; ya da bembeyaz divitin keselere doldurulup asılırdı tavan çengellerine. 
Alıntı

10 Aralık 2024 Salı

DÜNYA ŞAMPİYONU KARA AHMET

Diri diri gömülen dünya şampiyonu pehlivanımız,
KARA AHMET... 

"Boyu 1.80 ağırlığı 105 kilo olan Kara Ahmet'in göğüs çevresi 1.24 boyun kalınlığı 50 santimdi. 
Kolları kalıplı, bilekleri kalın, pençesi aslan markalı. 
Boynunda üç muska vardı." 

Ahmet Mithat Efendi, onu böyle tarif ediyordu.

O, Fransa'da düzenlenen dünya güreş şampiyonasında tüm rakiplerini yere çarparak dünya şampiyonu olan Kara Ahmet'ten başkası değildi. 

Ancak kısacık hayatına onlarca başarı sığdıran bu güreşçinin sonu pek iyi bitmedi.

İşte, diri diri toprağa gömülen dünya şampiyonu pehlivanımızın hikayesi... 

Kara Ahmet, 1871 yılında bugün Bulgaristan sınırları içerisinde yer alan Deliorman topraklarında dünyaya geldi.

Deliorman, tarih boyunca öyle bir pehlivan madeniydi ki, Koca Yusuf, Filiz Nurullah, Hergeleci İbrahim, Kurtdereli Mehmet ve Kelaliço gibi namlı pehlivanlar hep buradan çıkmış, Osmanlı'nın en cevval bileği, bükülmeyen yiğitleri hep burada yetişmişti.
Kara Ahmet de bunlardan biriydi. 

Böyle bir kültürün içinde doğduğu için Kara Ahmet çocukluğundan itibaren güreşle ilgilendi. 

20 yaşına geldiğinde bölgede kendisine kafa tutabilecek bir pehlivan kalmamıştı ve kendisinden yaşça büyüklerinin bile sırtını yere vurur hale gelmişti.

Bu sebeple dişine denk rakipler bulabilmek ve kendisini daha da geliştirebilmek için 21 yaşında Başkent İstanbul'un yolunu tuttu.

İstanbul'a geldiğinde tanınmış pehlivanlardan olan Hergeleci İbrahim’i bularak elini öptü ve yakın köylüsü olduğunu belirterek yanında eğitim almak istediğini söyledi.

Hergeleci İbrahim'in yanında çıraklığa başlayan Kara Ahmet, ilk ciddi müsabakasına 2 yıl sonra, 1894 yılında Gelibolu Mevlevi Şeyhi Mustafa Daniş Efendi'nin düğününde bir eğlence aracı olarak çıktı.

Rakibi ise tanınmış ve tecrübeli pehlivanlardan Kazandereli Memiş'ti. Kazandereli'yi tuş eden Kara Ahmet, İstanbul'da da yavaş yavaş tanınır hale gelmeye başladı. Avrupalı organizatörlerin de dikkatini çekmişti.

Pierre isimli Rum bir organizatörle anlaşan Kara Ahmet, Avrupa'ya giderek oradaki ünlü güreşçilerle de güreşmeye başladı. Osmanlı topraklarında genelde yağlı güreş yapılırdı fakat Avrupa'da Grekoromen tarzında minder güreşi yapılıyordu.

Buna rağmen, Avrupa'da onlarca güreş yapan Kara Ahmet'in sırtı hiç yere gelmedi ve 1896 yılında yenilgisiz olarak İstanbul'a geri döndü.

Grekoromen güreş tarzına kendini daha yatkın bulan Kara Ahmet, bu stil hakkında daha fazla şey öğrenebilmek için o dönemde adı Mektebi Sultaniye olan Galatasaray Lisesi'nin beden öğretmeni Faik Bey'den dersler aldı.

Bununla da yetinmeyerek, Melenos isimli bir gayrimüslimin İstanbul'da kurduğu grekoromen güreş tarzında eğitim veren Totonya İdman Kulübü'nde antrenman yapmaya başladı.

Kendisini her alanda geliştirmek isteyen pehlivan, aynı zamanda Fransızca dersleri alıyordu. Lakin yağlı güreşi de tamamen terk etmiş değildi.

Kendisine meydan okuyan Osmanlı'nın en büyük pehlivanlarından Adalı Halil ile güreşmişler ve ondan 10 santimetre daha uzun ve 30 kilo daha ağır olan Adalı Halil ile berabere kalmışlardı.

Birkaç yıl önce Paris'te yaptığı güreşlerde başarısından ötürü Avrupalıların hafızasında yer edinen Kara Ahmet, 1899 yılında düzenlenecek olan dünya güreş şampiyonası için Fransa'ya davet edildi.

Bu şampiyonada dünyanın dört bir yanından gelen güreşçilerle güreşen Kara Ahmet, finale kadar yükselmeyi başarmıştı. Finalde ise rakibi ev sahibi olan Fransızların ünlü güreşçisi Laurent le Beaucairois, daha uzun boylu ve 138 kiloydu. şampiyonu oldu.

Kara Ahmet ise sadece 1.80 boyunda ve 105 kiloydu. Final karşılaşması 1 saat 6 dakika sürdü ve sonunda Kara Ahmet, karşısındaki dev Fransız'ın sırtını yere getirmeyi başardı ve grekoromen tarzında Osmanlı'nın ilk resmi dünya güreş şampiyonu unvanını elde etti.

Ancak Kara Ahmet'e Fransızlardan bir meydan okuma daha geldi. Meydan okuyan bu isim, daha önce farklı güreş tarzlarında 3 dünya şampiyonluğu bulunan ünlü Fransız güreşçi Paul Pons'tu.

Paul Pons'la ilk güreşlerinde bir kazanan çıkmadı. İkinci güreşte ise Kara Ahmet'in kaşı açılmış ve müsabaka ertelenmişti. Üçüncü güreş 10 Ocak 1900 tarihinde Paris'teki Folies Berger Tiyatrosu'nda devasa bir kalabalığın önünde yapıldı.

Kara Ahmet, burada Paul Pons'u da alt ederek dünya şampiyonu unvanına devam etti. Bu karşılaşmadan sonra ünlü Rus güreşçi Pytlasinski ile karşılaşan Kara Ahmet, Rus güreşçiyi  53 saniyede tuş etti. Pytlasinski bu yenilgisinden öylesine utanmıştı ki utancından Paris'i terk etmişti.

Paris'te devirecek rakip bırakmayan Kara Ahmet, sırasıyla Berlin'de, Viyana'da, Hamburg'da ve Budapeşte'de pek çok müsabakaya çıktı ve yenilgi yüzü görmedi. İstanbul'a döndüğünde yanında onlarca altın madalya vardı.

Padişah II. Abdülhamid, kendisini saraya davet etmiş ve Osmanlı sancağını Avrupa'da başarıyla dalgalandırdığı için onu şeref nişanıyla ödüllendirerek maaş bağlamıştı.

Kazandığı güreşlerle basının odak noktası olan cihan pehlivanı Kara Ahmet, halkın o dönemki en büyük gurur kaynağı olmuştu. Ancak takvimler 1902 yılını gösterirken hiç beklenmedik bir şey oldu.

25 Mayıs günü Kara Ahmet, kahvede arkadaşlarıyla oturduğu esnada "Kendimi iyi hissetmiyorum." diyerek birden yere yığıldı. Ani bir kalp krizi sonucunda bilinci kapandı.

Dünya şampiyonu cihan pervası Kara Ahmet, henüz 32 yaşındayken hayata veda etti veya da öyle sanıldı. Ertesi gün, 26 Mayıs'ta kendisini seven büyük bir kalabalığın kıldığı cenaze namazının ardından Pierre Loti'ye çıkarken sol tarafta bulunan mezarlığa defnedildi.

Lakin o gece birtakım garip olaylar yaşandı. Mezarlığın yanından geçenler bazı garip iniltiler ve bağırışlar duyduklarını aktardılar. Gece yarısı müdahale edilmese de, sabahına hemen Pehlivan'ın mezarı geri açıldı.
Rivayetlere göre, Kara Ahmet mezarda kanlar içinde, kefenini yırtmış bir şekilde bulundu. Tahminlere göre, Kara Ahmet kalp krizi sonucunda koma haline girmiş, öldü sanılarak canlı canlı gömülmüş. Daha sonra mezarın içindeyken kendine gelmişti.

Mezardan çıkmak için çabalayan pehlivanın elleri ve göğsü zarar görmüş. En sonunda nefessiz kalarak boğulmuştu. Bu hazin olay üzerine mezar tekrar geri kapatıldı.

Dünya şampiyonu Kara Ahmet'in kabrinin başında şu sözleri içeren bir hitabe bulunmaktadır: 

"Bahadırlıkta meşhuru cihandır Kara Ahmet. 
Cihan'ın pehlivanı zemine arkası hiç gelmemişken felek yıktı yere o kahramanı sukuti penç ile kaydoldu. Tarih, Cihan Arslan'ı terk etti.

9 Aralık 2024 Pazartesi

Kumar borcundan doğan aşk...

Dostoyevski kumar alışkanlığından ötürü aşırı derecede borçlanmıştır. O sırada ortaya Stellovski adında bir yayıncı çıkar. Dostoyevski’ye şunları söyler: “Bak senin bütün borçlarını kapatacağım. Sana iki yıl yetecek kadar da para vereceğim. Fakat bir sözleşme imzalaman gerek.

Senden bir kısa roman istiyorum. Bu kısa romanı bana bu sözleşmeyi imzaladıktan tam 24 ay sonra vermeyi kabul edeceksin. İstediğim sürede bitirip bana teslim edersen sorun çıkmayacak. Fakat eseri bir gün bile geç verecek olursan bundan önce yayımladığın ve bundan sonra yayımlayacağın bütün eserlerin hakları benim olacak.” Çok fazla borcu olan Dostoyevski sözleşmeyi mecburen imzalar.

Aradan 23 ay geçer fakat tek bir cümle bile karalamamıştır. Durumdan haberdar olan Fransız yazar Stendhal, Dostoyevski’ye “Ben ‘Parma Manastırı’ romanımı dikte ettirerek (söyleyerek yazdırmak) yazdırdım, sen neden denemiyorsun?” der. Başka çaresi olmayan Dostoyevski kabul eder.

O zamanlar Rusya’da bir dikte etme okulu vardır. Okulun en yetenekli öğrencisi Grigoryevna Snitkin adında İsveç asıllı genç bir kızdır. Kız bu görevi yapmaktan gurur duyacağını söyler ve Dostoyevski ile eseri yazmaya başlarlar.

Eseri son gün bitiren Dostoyevski hemen Stellovski’nin yanına gider. Dostoyevski’nin yazma sürecini baştan sona takip eden uyanık yayıncı Stellovski Dostoyevski eseri teslim edemesin diye ofisini kapatıp gitmiştir. O zamanlar Rusya’da noter yoktur. Noter görevini polis karakolundaki memurlar yapıyordur. Dostoyevski eserini polis karakolundaki memurlara onaylatır. Daha sonra bu olaydan dolayı yayıncı ile davalık olsalar da davayı Dostoyevski kazanır.

Her Rus gibi Dostoyevski de zaferi kutlamak için bol votkalı bir davet verir. Davete bütün dostları ile birlikte romanı dikte ettirdiği genç kız Grigoryevna Snitkin’i de çağırır.

Gecenin ilerleyen saatlerinde Dostoyevski genç kıza “senden bir konuda fikir almak istiyorum “der.

Bu durum genç kızın gururunu okşamıştır.

“Memnuniyetle, ben size nasıl bir fikir verebilirim merak ettim” diye karşılık verir.

Dostoyevski şöyle der: “Ben bir roman yazmaya çalışıyorum. Romanın başkarakteri korkunç biri… Sara nöbetleri geçiren, kumar bağımlısı, düşman kazanmaktan çekinmeyen bir adam. Bu adam kendinden genç bir kıza aşık oluyor. Sence bir evlenme teklifi kaleme alacak olsam bu gerçekçi olur mu?”

Kız ise şöyle der: “Evlenme teklifinizi kabul ediyorum Bay Mihayloviç…

O kız Dostoyevski’nin ikinci eşi Anna Grigoryevna Snitkin’dir. Yazdıkları eser ise ünlü roman “Kumarbaz”dır.

Anna, Dostoyevski'yi ve hayatını anlattığı bir kitapta şöyle söyler: "Öyle göz alıcı bir güzelliğim de yoktu, ne özel bir yeteneğim ne de sıradışı bir zekâm vardı, düz bir eğitim almıştım. Buna karşın, zeki, üstün yeteneklere sahip bir erkekten büyük saygı görüyor, neredeyse tapılıyordum."

Dostoyevski'nin ölüm döşeğindeyken ona şöyle demiştir: "Anna, en üzüntülü ve sevinçli anılarımı seninle bölüştüm. Tek başıma aşamayacağım zorlukları seninle aştım. Ve şunu unutma ki seni büyük bir tutkuyla sevdim. Bir kere bile aldatmadım. Düşüncede bile."
Alıntı