Translate

22 Ekim 2025 Çarşamba

İSTANBUL ŞEHRİNİN ORTASI...

İSTANBUL' UN ORTASINI TEMSİL EDEN TAŞ

İstanbul’un kalbi…
Kimi haritalarda çizgilerle, kimi gönüllerde anılarla belirlenir. Fakat Mimar Sinan, bu şehri yalnızca taşla değil, ölçüyle, dengeyle ve ruhla anlamaya çalıştı. Rivayete göre Şehzadebaşı Külliyesi’ni inşa ederken Eyüp’ten Sarayburnu’na kadar uzanan hesaplamalar yaptı; İstanbul’un tam ortasını buldu. Ve o noktaya bir taş dikti…

Bugün o taş, Şehzadebaşı Camii’nin güneydoğu köşesinde, sessizce geçmişi bekler. Üstü asfaltla kapanmış, altı görünmez olmuş ama hikâyesi hâlâ oradadır. Eskiden döndüğü söylenen yeşil somaki mermer sütun, artık dönmese de şehrin kalp atışıyla birlikte yaşar.

Evliya Çelebi de Seyahatnâme’sinde bu yere değinir:

“Bütün mühendisler, üçgen şekilli olan İstanbul’un ortası bu Şehzade Camii yeridir.”

Küfeki taşlarıyla örülü, Marmara mermerinden başlıkla taçlandırılmış bu küçük sütun, aslında bir medeniyetin merkezini temsil eder.
Yüzyıllardır yanlışlıkla porfir ya da granit sanılmış bu taşın asıl adı “Mısır pudingi”dir — Roma döneminde Nil kıyısındaki ocaklardan çıkarılıp İstanbul’a getirilmiştir. Antik çağın deyimiyle “Lapis Hexecontalithos”…
Yani “Altmış taşlı kaya”.

Belki artık dönmez,
belki kimse fark etmeden yanından geçer…
Ama o sütun, İstanbul’un ruhunun merkezine dikilmiş bir işarettir.
Bir mühendislik harikasının, bir şehrin ve bir çağın kalbidir o.

18 Ekim 2025 Cumartesi

TAKSİM ANITI


TAKSİM ANITI
( ile ilgili bilinmeyenler)
Belki bilmezsiniz ama Taksim Cumhuriyet Anıt’ında Atatürk’ün solunda iki Rus yer almaktadır.
Bu kişiler ünlü Rus mareşal Kliment Voroşilov ile ünlü Sovyet KGB kurucusu Mihail Frunze.
Bu kişiler Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluşunda oynadıkları önemli rolü Atatürk’ün özel emri ile tüm gelecek nesiller için asla unutulmasınlar diye burada yer almaktadırlar.
Ne yazık ki günümüzün Türk nesli bu kişilerin ne adlarını biliyor ne de ne yaptıklarını.
16 mart 1921 yılında özel törende Rusya Sovyet Federal Sosyalist Cumhuriyet’i ile Türkiye arasında “Dostluk ve kardeşlik sözleşmesi” imzalanmıştır. Bu sözleşmeye göre henüz kurulmamış Türkiye Cumhuriyet’ine Türk milletinin yabancı istilacılardan özgürlüğünü kazanabilmesi için 1878 yılından beri Rusya sınırlarına dahil edilen Kars, Ardağan ve Artvin bölgeleri verilmiştir. Sözleşmeye göre Rusya Türk halkına 10 milyon altın ruble ile askeri mühimmat hibe edecekti
Ağustos 1921’de Rusya Mikail Frundze’yi Türkiye’ye elçi olarak atamıştır. Frundze Türkiye’de Aralık 1921 ile Ocak 1922 tarihleri arasında bulunmuştur. Türkiye’nin bulunduğu ağır ekonomik durumunu ve içinden çıkamadığı savaşı Rus halkına ve Sovyet yönetimine ileten Frundze acilen Türkiye halkı için yardımının arttırılmasını istemiştir. Rusya bulunduğu ağır ekonomik durumuna henüz yeni biten iç ve dış düşmanlara karşı verilen savaşa rağmen Frundze’ye kulak vermiş ve yardımını esirgememiştir.
S. Aralov yazdığı hatıra kitabında Türkiye’ye gitmeden önce Lenin’in kendisine söylediği sözleri şöyle vermektedir.Lenin:
“Türk halkı özgürlük savaşını vermektedir. Merkez Komitesi oraya savaş sanatını bildiğiniz için yolluyor”.
Yabancı istilacılara karşı geçilecek taaruz öncesi hazırlık aşamasında 1922 Mart-Nisan aylarında Mustafa Kemal’in davetlisi olarak elçi S. Aralov, askeri ataşe K. Zvonaryov ve Azerbaycan elçisi İbrahim Abilov’un katılımı ile tüm Türk silahlı kuvvetleri denetimden geçmiştir. Misafirler kara ve atlı birlikleri ziyaret etmiş, iki ordunun komuta merkezlerine gitmiş, Konya’da bulunan yedek ordunun denetiminde bulunmuşlardır.
Misafirlerin katılımı ile Türk Silahlı kuvvetlerin ilk yıldönümü kutlaması gerçekleşmiştir. Kutlamalardan sonra misafirler Türk askerlerine hediyeler dağıtmıştır. Hediyelerin üstünde Türkçe olarak “Sovyet Kızıl Ordusundan Türk Askerine” diye bir yazı bulunuyormuş.
16 Mart 1921’de imzalanan sözleşme çerçevesinde taarruz öncesi 1921-1922 yıllarında Rusya’nın Novorossiysk, Tuapse ve Batum limanlarından Türkiye’ye 39 bin adet tüfek, 327 adet makineli tüfek, 54 top, 63 milyon tüfek mermisi, 147 bin top mermisi, giysiler vs getirilmiştir. Bunun dışında Rus Beyaz ordusunun 1918’de doğu sınırlarda bıraktığı tüm askeri muhhimat da Türkiye’ye getirilmiştir.
1921 yılında iki savaş gemisi “Jutkiy” (Korkunç) ile “Jivoy” (Canlı) Türkiye’ye hibe edilmiştir.
Rusya Hükümeti Ankara’da hala Makine Kimya olarak bilinen mermi üretim fabrikasının kurulması için tüm gerekli donanımı hibe etmiştir. Donanım ile birlikte çok miktarda hammadde de getirilmiştir ve Türk işçilere eğitim verilmiştir.
Bunun dışında Moskova’da imzalanan sözleşmeye göre Türkiye halkına vaad edilen 200,6 kg saf altın Sovyet diplomatik misyonun başında bulunan Y. Upmal-Angarskiy tarafından Türkiye Hükümetine teslim edilmiştir.
Mikail Frundze yetim kalan Türk çocuklarının barınması için kurulacak olan yetimhaneler için 100 bin altın ruble Türkiye Hükümetine Trabzon’da teslim etmiştir. S. Aralov ise Nisan 1922’de Türk Silahlı Kuvvetlerine ayrıca tipografi ve sinema aparatları için 20 bin lira hibe etmiştir. Aynı zamanda Aralov Rusya Hükümeti tarafından vaad edilen 10 milyon altın ruble yardımının son 3.5 milyonluk kısmını da Türkiye’ye geldiğinde beraberinde getirmiştir.
İki halkın kardeşlik bağları Lozan ön görüşmelerinde ve Lozan antlaşması esnasında daha da pekileşmiştir. SSCB Hükümeti 1922-23 yıllarında Türkiye’nin boğazlar üzerindeki tek başına hakim olması gerektiğinin tezini savunarak Türkiye’ye destek çıkmıştır.
Lozan antlaşmazından sonra Türkiye bağımsızlığını kazanmış tüm yabancı istilacıların Türkiye’den çekilmesi sağlanmıştır. TBMM Mustafa Kemal Atatürk’ü ilk Cumhurbaşkanı seçmiştir. 31 Ekim 1923’te SSCB Merkez Komitesinin başkanı M. Kalinin (Dönenmiş SSCB başkanı) Atatürk’e yolladığı teleğramda şunları söyledi:
“Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerin Birliği halkları adına nihayi olarak despot monarşi rejiminin kalkması ve Türkiye Cumhuriyet’inin kurulması dolayısıyla kardeş Türk milletini ve dost Türkiye hükümetini sıcakça selamlıyorum. Sizi, Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa’yi, yabancı istilacılara karşı kahramanca savaşan Türk milletinin üstün yetenekli yönetici olarak Türkiye Cumhuriyet’inin Cumhurbaşkanı seçildiğiniz için tebrik ediyorum. Eminim ki, asla bağı kopmayacak halklarımız arasındaki dostluk zaman içerisinde gittikçe pekişecektir ve iki devletin de gelişmesine vesile olacaktır.”
Ağustos 1928’de açılan Türkiye Cumhuriyet Anıtı gelecek nesiller için Türkiye Cumhuriyet’inin kurucuları yer almıştır. İşte Atatürk’ün sağında yer alan Türk halkının kahramanları, Türkiye Cumhuriyetin kurucuları arasında yer alan Kliment Voroşilov il Mikail Frundze:
Surits zamanında Voroşilov ziyareti esnasında SSBC ile Türkiye arasında dostluk ve işbirliği sözleşmesi imzalanmıştır. Bir çok kültürel ve siyasi gelişmelerde Türkiye ve SSCB birlikte hareket etmiştir.
Yeni bağımsız devletlerin gelişmesi adına, emperyalizm ve kapitalizm’den bağımsız olmak için SSCB birçok devlete elinden gelen yardımı üstlenmiştir. Sadece Türkiye’de Atatürk zamanında SSCB desteği ile birçok hafif ve ağır sanayi fabrikaları kurulmuştur.
İsmet İnönü’nün başında bulunduğu heyet 25 Nisan 1932’de SSCB’yi ziyaret eder. Kendisi burada 15 gün boyu 70 fabrikayı ziyaret ederken yanında bulunan tekstil uzmanları Şerif Onay ile Kamil İbrahim SSCB’de ta 9 Hazirana kadar kalarak SSCB’nin endüstrisini incelemişlerdir.
Heyetin Stalin’den istediği yardım kısa zamanda Türkiye’ye ulaşmıştır. SSCB kardeş Türk halkının kalkınması için gerekli çalışmaları tespit edecek heyeti göndermiştir. SSCB Devlet Gelişmesinin Planlama Enstitüsü başkanı Prof. Orlov’un başındaki heyet Türkiye’ye gelerek 22 Eylül 1932’de raporunu hazırlamıştır ve sunmuştur. Gitmeden önce İstanbul Üniversitesinde konferans veren Orlov şunları söyledi:
“Sevinçle emin oldum ki aklı ile enerjileri ile eğitimi ile Türk mühendisleri ne bizden ne de başka ülkelerdeki mühendislerden farklı değildir. Kendileri bize gayet iyi yardımcı olmuştur. Neden Avrupa’dan mühendis çağırdığınızı açıkçası anlamış değilim.”
21 Ocak1934’te imzalanan sözleşme ile SSCB Türkiye’ye verdiği 20 yıllık faizsiz kredi ile daha önce Prof.Orlov tarafından belirlenen Nazilli (Denizli) ve Kayseri mevkilerinde iki tekstil fabrikası kuruluşu kararlaştırılmıştır. Fabrikalar Sovyet mühendisler tarafından kurulmuş tüm teçhizat Rusya’dan getirilmiştir. Atatürk fabrikaların açılışını ölümünden bir ay önce yapmıştır.
Türkiye o dönemde Osmanlı’dan kalan borçların ağır yükü altında kalmıştır. SSCB halklarının yardımı ile Türkiye ekonomisi ilk defa nefes almıştır. SSCB Hükümeti yaptığı tüm yardımları para karşılığı değil barter yani değiş tokuş şeklinde yapmıştır. SSCB yaptığı yardımlar karşılığında Türkiye’nin ürettiği ürünleri almaya kabul ederek Türkiye’nin bu ürünleri dış pazarda satma zorluğundan kurtarmıştır. Türkiye eski sanayı bakanı Mehmet Turgut 1964’te yazdığı kitapta bu antlaşmayı Türkiye’de devletçiliğin başlangıcı olarak nitelendirmiştir. Fabrikalar Türkiye’deki ilk tekstil fabrikaları olmuştur. Fabrikalar kurulurken SSCB’de eğitim gören Türk işçileri ve mühendisleri kısa zamanda fabrikayı çalıştırır hale gelmişlerdir.
Aynı dönemde nihayı olarak TC Merkez bankası da Sovyetlerin yardımı ile kurulmuştur. Daha önce bu görevi üstleyen Ottoman bankası yabancıların elinde idi.
Sonraki dönemlerde SSCB benzer antlaşmalar çerçevesinde ta 1980lerin sonuna kadar Türkiye’de İskenderun, Karabük demir çelik fabrikaları dahil ilk demir çelik fabrikalarını, ilk petrol arıtım fabrikası TÜPRAŞ’ı, Mersin ve İskenderun limanları dahil bir çok liman, ilk Alüminyum fabrikasını, ziraat sanayisi, tarımcılık sanayisini ve bir çok alanda daha Türk halkının yardımına koşmuştur. Sovyetler sayısı 50 bini geçen Türk mühendisini ve işçisini eğitmiştir.
Dr İhsan Hanson

17 Ekim 2025 Cuma

ANAYASA

EN ESKİ TÜRK ANAYASASI
Bilge Kağan ve kardeşi Kültigin yazıtlarına kazılan Bilge Kağan yasaları en eski Türk Anayasasıdır.

Buna Türk "Töresi" denir. 

Madde 1: Tengri tektir.

Madde 2: Her kim ki, Tengri'den kut almak dilerse, başkasına yakarmasın.

Madde 3: Bir İl (ülke), bir Kağan, bir Tengri.

Madde 4: Bir kına iki kılıç girmez. Bir hatun iki er alamaz ve bir budunda iki töre olmaz. Töre tektir. Töre kesin ve keskindir. Kim ki, töreye uya kutlanır. Kim ki, töreye kıya katlanır.

Madde 5: Kimse töreden üstün değildir. Dirlik ve birlik için töre budur.

Madde 6: Bir çoban sürüsünden, bir er ailesinden, bir Kağan budunundan sorulur.

Madde 7: Her er eşine, atına, pusatına sahip çıkacak.

Madde 8: Ana-babaya ve ataya tazim (saygı) duyulacak.

Madde 9: Hısımına sarılacak, komşusunu gözetecek.

Madde 10: Er kişi yalan söylemeyecek.

Madde 11: Mal çalan, mülk çalan misliyle ödeyecek. Hesabı ya malıyla ya canıyla sorulacak.

Madde 12: Kim ki, bir ırza musallat olursa, canından olacak.

Madde 13: Her kim olursa olsun haksız, aldatıcı iş tutarsa hesabı hemen sorulacak.

Madde 14: Cenkten beri duran ya da kaçan tamuya (cehennem) uçacak.

Madde 15: Aman dileyene kılıç üşürülmeyecek, sığınana arka dönülmeyecek.

Madde 16: Başkaldıranın başı alınacak, hak isteyenin hakkı verilecek.

Madde 17: Kimse kimseye üstünlük taslamayacak. Ne ak etin karadan, ne karanın kızıldan, ne kızılın sarıdan farkı olmayacak.

Madde 18: Kin ve gururdan uzak olunacak.

Madde 19: Mazluma merhamet, zalime azap duyulacak.

Madde 20: Zayıfa, yaralıya, çocuğa ve kadına el kaldırılmayacak.

Madde 21: Kızı isteyen Kağan da olsa, bey de olsa, kız istediğine verilecek.

Madde 22: Gereksiz yere ağaç kesmeyeceksin, suyu kirletmeyeceksin.

Madde 23: Bilmeyip de bildim demeyeceksin, bilene danışacaksın.

Madde 24: Bugünün işini yarına bırakmayacaksın.

Madde 25: Kusur görmeyecek, kusur aramayacaksın.

Madde 26: Güçlüyken affet, zayıfken sabret.

Madde 27: Yazgına asi olma.

Madde 28: Yaptığın iyiliği unut, yapılan iyiliği unutma.

Madde 29: Herkes adaletle iş görecek.

Madde 30: Her ne edersen et, yargılanacağını her daim akılda tut.

Madde 31: Milletine yaban kalma. İpeğin iyisine, sözün güzeline kanma, onlara boyanma.

Madde 32: Kağan o dur ki, adaleti üstün tutsun, töreyi yaşatsın. Töre yok olursa, İl yok olur. İl olmazsa, budun kul olur.

Madde 33: Ey Türk Oğuz beyleri, ey milletim işitin!

"Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe senin İlini ve töreni kim bozabilir?"

Kaynak: Bilge Kağan Yazıtı. Yazıtın dikiliş tarih: İS-730.

Yer: Ötüken-Moğolistan.
。🇦🇿。🇹🇷:...🇰🇿
🐺。\|/。🇲🇳
🇰🇬.....𐱅𐰇𐰼𐰰.....🇺🇿
🤘。/|\。🐺
。🐺。🇹🇲 。🇭🇺
🇹🇷𝗡𝗲 𝗠𝘂𝘁𝗹𝘂 "𐱅𐰼𐰇𐰰" 𝗗𝗶𝘆𝗲𝗻𝗲! 🇹🇷
                        "Türk"
     🇹🇷🤘🐺☪︎"𐱅𐰇𐰼𐰰"☪︎🐺🤘🇹🇷
                        "Türk"

12 Ekim 2025 Pazar

MANCACI...

MANCACI

Osmanlı İmparatorluğu'nda kedileri beslemek için vergiden muaf tutulan kişiler. Osmanlı toplumunda temizlik ve hijyene büyük önem veriliyordu. Özellikle cami, çarşı gibi umumi yerlerde farelerin çoğalması ciddi bir sorun teşkil ediyordu.
Bu nedenle bazı bölgelerde kedileri besleyerek çevrenin temiz kalmasına katkıda bulunan kişiler devlet tarafından ödüllendiriliyordu. Bu ödül vergi muafiyetinden ibaretti.
Kısacası, Osmanlı'da sokak kedilerini beslemek yalnızca hayvanlara duyulan bir sevgi eylemi değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk olarak görülüyordu.
Mancacı: Osmanlı İmparatorluğu'nda Sahipsiz Hayvanların Koruyucuları
İstanbul'un Ruhunda Yaşayan Kentsel Şefkat Geleneği
Osmanlı İmparatorluğu'nun kalbinde, Arnavut kaldırımlı sokakları, camilerinin minareleri, tüccarların ve vatandaşların gelip geçtiği yerler arasında, bugün bile Türkiye'ye gelen ziyaretçileri büyüleyen bir gelenek gelişmiştir: Sokak hayvanlarının bakımı ve beslenmesi. Bu sorumluluk şansa bırakılmadı; Bu iş için özel bir adam vardı: Mancacı.
Mancacılar kimdi?
Mancacılar, sokak kedilerini, köpeklerini ve kuşlarını beslemekle görevli kişilerdi. Çalışmaları toplumun kendisi tarafından destekleniyordu: Vatandaşlar onlara para veriyordu veya hayvanları beslemek için doğrudan onlardan yiyecek satın alıyordu ya da sadece mancací'nin bunu onlar adına yapmasına güveniyordu.
Hayvansal gıdaları ifade etmek için kullanılan manca terimi, İtalyancada "yemek" anlamına gelen mangiare kelimesinden türemiştir. Bu dil ödünçlemesi, kelimelerin fikirler ve gelenekler kadar yayıldığı İmparatorluğun çok kültürlü zenginliğini yansıtıyor.
Manevi ve Sosyal Anlamı Olan Bir Eser
Mancacılar basit satıcılar veya bakıcılar değildi. Onun eserinin önemli bir manevi yükü vardı. Aç bir hayvanı doyurmak, özellikle İslam'ın kutsal günü olan Cuma günlerinde, bir hayır işi (hayr) sayılırdı. Camilerin önünde kedi ve köpeklere güvercinlere yem verir gibi yiyecek veren mancacılara rastlamak olağandı.
Fransız tarihçi ve yazar Catherine Pinguet, İstanbul'un Köpekleri adlı kitabında bu geleneğe dikkat çekerek, Osmanlı toplumunun hayvanları kentsel ve manevi yapının ayrılmaz bir parçası olarak nasıl gördüğünü analiz ediyor. Sadece hayvanların acı çekmesini önlemek değil, aynı zamanda tüm canlıların refahını günlük yaşama entegre etmek söz konusuydu.
Batılı gezginleri büyüleyen bir kültür
Osmanlı İmparatorluğu'nu, özellikle İstanbul'u ziyaret eden pek çok yabancı, hayvanlara yönelik muamele karşısında şaşkınlığa düşüyordu. 19. yüzyılda Avrupalı gezginler, Türklerin sokak köpeklerine karşı şefkatini, bu köpeklere çoğunlukla sadece onlar için ahşap evler yaptırdıklarını hayranlıkla anlatan yazılar yazmışlardır.
Sokaklarda "İşkembe, kelle, ayak, paça, mançaaa!" diye bağıran bir mancacıya rastlamak pek de sıra dışı değildi. Mancacıların sattığı malların arasında kasap artıkları, işkembe, kelle, ayak gibi ürünler de vardı. Bunlar atılmak yerine hayvanlara yem olarak veriliyordu.
Osmanlı Yüzyıllarından Modern İstanbul'a
Mancacı figürü 20. yüzyıla kadar varlığını sürdürdü. 1970'li yıllarda İstanbul sokaklarında, özellikle eski mahallelerde ve cami çevrelerinde bunlara rastlamak mümkündü. Kentin hızla büyümesi ve kırsaldan göçün artmasıyla bu gelenek zayıfladı. Milyonlarca yeni insanın gelişi, otomobilin yükselişi ve kültürel değişimler kentsel yapıyı ve sokak hayvanlarıyla olan ilişkisini değiştirdi.
Ancak Türkiye'nin ruhunda hâlâ hayvan sevgisi var. Osmanlı'nın mancacılarından kalma, içinde temiz su bulunan kaplar, kedilere mama konmuş kaplar, günün bir kısmını sokak hayvanlarına bakmaya ayıran insanlar görmek artık olağan bir durum.
İnsanlık Dersi
Mancacı'nın öyküsü, geçmişten gelen güzel bir anekdot olmanın ötesinde, güçlü bir medeniyet dersidir. Hayvan haklarının dünyanın birçok yerinde göz ardı edildiği bir dönemde, Osmanlı İmparatorluğu'nda toplumsal ve ahlaki bir özen ve saygı anlayışı gelişmiştir. Bu hikaye bizi, bir toplumun seviyesinin çoğu zaman en savunmasız olanlara nasıl davrandığıyla ölçüldüğünü hatırlayarak, diğer hayvanlara yeni gözlerle bakmaya davet ediyor.
(✍️Serhan O. Kocaman)

11 Ekim 2025 Cumartesi

KİM KİMDİR?


"Anadolu'nun çeşitli yerlerinde yapılan kazılarda çıkan kemiklerin DNA analizleri şaşırtıcı gerçekleri ortaya koyuyor.

Herodot tarihi der ki;

M.Ö.625 yılında Zile yakınlarında Pers ordusu bir hile ile Saka/iskit ordusunu (Alper Tunga'yı) yenene kadar tüm Anadolu'ya Saka'lar hakimdi.

Saka'lar MÖ. 5. Yy.da Altından elbise yaparken, o tarihte ne Rus vardı, ne Alman ne de Fransız vardı.

Biraz daha geriye gidelim...

Sümerlere (yani orta Asyalı Kengerler)

Turukku'ya, "Türk" Turku krallığına gidelim...

Çünkü Anadolu medeniyetini kuranların eski Yunan Medeniyeti olduğu tezi bize yıllardır yutturulmuştu ya. Biraz öfkeliyiz bu tarihi yalanlara karşı!

Işte, şimdilerde dünya çapında Arkeoloji Profesörleri topraktan çıkardıkları kemiklerin DNA'larıyla o yöredeki köylülerin DNA'larını karşılaşınca şok geçiriyorlar çünkü DNA'ları yüzde 97 uyumlu.

Örneğin;

Antik Burdur -İsparta tarihi Ağlasun kazılarından...

Burdur ve Isparta'da ki SAGALASSOS uygarlığı da Ön-Türk uygarlığı çıktı.

Belçika LEUVEN Katolik üniversitesinden Prof. Dr. Matc WAELKENS, Ağlasun kasabasında yaptığı kazılar esnasında ortaya çıkan kemiklerin DNA’sını köylülerle karşılaştırınca şok oldu. Toprak altından çıkan 6-8 bin yıl öncesinin kemikleriyle çalıştırdığı işçi-köylülerin DNA'sı yüzde 97 aynı çıktı) yani onlar da Ön-Türklerin bir kolu olan SAGALASSOS çıktı.

Frigya'sı da böyle Yazılıtaş'ı böyle,

Urartu'su da böyle Hitit' i de böyle...

Eskiden Batılı Arkeologlar buluntuları çalıp çırpıp ülkelerine kaçırıp, Anadolu tarihini uyduruk Helen diye bize kakalasalar da bizimkiler de aksini ispat etmeyi başarıyor hele şükür...

buna bir örnek de Assos;

Assos'u kuranlar da Ön-Türklerin bir kolu Lelegler ve Pelasglar çıktı....

Ey Atatürk sen ne büyük adam çıkıyorsun her geçen gün böyle...

Teee Alacahöyük kazılarını yaptırdığında bunları söylemiştin, sana inanmayanlar utansın!

Kemalist tarih tezi diye küçümseyip kenara atılan "Türk Tarih Tezinin Ana Hatları" kitabını okullardan kaldırtanlar utansın!...

Anadolu uygarlığını eski Yunan'ın kurduğu tezi bize yutturuldu demiştik!

Oysa Helenlerin bile 3/4'ü Ön-Türk çıktı.

Ön-Türk Pelasglar ile Kuzey Batı Avrupa topluluğu olan Dorların karışımından oluşmuş Helenler.

Daha sonra da bu karışıma diğer Ön-Türk halkları Traklar ve Mekadonlar eklenmişti.

Sırada ne var?

Tabi ki Göbeklitepe Ön-Türk uygarlığıyla, Turukku Krallığı ve yine Urumiye deki Urmu teorisini de halkımıza öğreteceğiz..

S.N Kramer ile Prof. Osman Turan hoca,

Sümerce 'deki 950 kelimenin kökeni Türkçedir dedi ve batıda ki diaspora tarihçileri sus pus oldular....

Ahh bu kelimeler Türkçe değilde, örneğin; Yunanca yada Ermenice çıksaydıııı....

o zaman dünyayı ayağa kaldırırlardı...

Anladınız sebebini de değil mi?...

Sonuç:

Bugün Hun/Macarlardan,

Almanlara, İtalyanlardan (Etruksler=Ön-Türklerin bir kolu), İspanyol'a, hatta İngiliz ve İskoçlara kadar neredeyse tüm batı tarihini Sakalara /İskitlere bağlama telaşında...

Hemen hepsi köklerini Azerbaycan'ın Gobulistanına, Albania'sina, Gabanasına ve daha kuzeyine bağlamaya başladı...

çünkü biraz geri gidince tarihleri kökleri olmadığını öğrendiler.

Antik Yunan tanrılarının bile Mısırdan çalıntı olduğunu öğrendiler.(bunu ilk kez Herodot da demişti ama her ne hikmetse unutmuslardı...)

Batı artık "Kara Atena" yı yazdı...

tarihi ile yüzleşip köklerini Türklere bağlıyor....

Bu aslında iyi bir şeydir, ticari açıdan da tarihi bir firsat olabilir. İş bilenin demiş atalarımiz...

Artık Türklüğümüzle Atatürk gibi gurur duyabileceğiz, tabi Atalar kültüne inanan bizim gibi köklü hissiyatı olanlar duyacak... "

Bahtiyar Aydın.

26 Ağustos 2018 Istanbul

8 Ekim 2025 Çarşamba

TABAKHANE

'Tabakhaneye Bok Yetiştirmek' deyiminin Safranbolu'dan çıktığını biliyormusunuz...

Osmanlı döneminde deri tekeli Safranbolu'daydı. Tabaklanmayan deriyi satanlardan, o dönemin tüccarları alış veriş yapmazlardı. O dönem çok para kazanan Safranbolu'lu iş adamları Köşkler, konaklar ve 99 odalı evler yaptırmış, bazı evlerin içine çeşme dahi getirilmiştir. Safranbolu'da taze köpek dışkısı için tabakhanelerde yaygın olarak binlerce köpek beslenirmiş. Ham deri, kıllardan, yağ ve et tabakalarından mekanik olarak temizlendikten sonra kimyasal olarak işlendiği "sama" safhasında, taze köpek dışkısı enzimlerine ihtiyaç duyulduğundan, tabakhanelerin olduğu yerleşim yerlerinde çoluk çocuk ellerinde teneke maşrapalar, köpek dışkısı toplarlar, "sama" işlemi ancak dumanı tüten taze dışkı ile yapılabildiğinden koşa koşa tabakhanelere yetiştirirlermiş. Hayvanların derilerinin işlendiği atölyeler köpek dışkısı için yanar tutuşurlarmış. Çünkü bir tek taze köpek bokunda bekletilen deri yumuşacık, kıl köklerinden arınmış, gözenekleri açık, ince, homojen, yani kaliteli olabilirmiş. Bu nedenle köpek çiftlikleri kurulmuş. Binlerce köpek beslenmiş, üretilmiş ve hatta köpeğin dışkısını sıcak ve kurumadan yetiştirmek için sistemli bir iş örgütlenmesi kurulmuştur.
Bugün bu tür dericilik tamamen ölmüş olup, yapay olarak yani kimyasallarla da aynı sonuç elde edilmeye başlanınca köpeklerin de, dışkı toplayıcıların da pabucu dama atılıvermiş. "Tabakhaneye bok yetiştirmek" de yeni kuşakların nereden geldiğini
bilmediği, merak ettiğini de sanmadığım bir deyiş olarak -belki de içinde bok kelimesi geçtiğinden- günümüze kadar gelebilmiş.
Safranbolu'da deriyi işleyip kullanılabilir hale getiren meslek erbabına;
"Dabbak mısın; it bokuna muhtaçsın" denirmiş...
.
Zonguldak Nostalji