Translate

10 Ağustos 2025 Pazar

UMUMİ TUVALETLER - W C

Buldan Tripolis, Denizli 
Antik çağda umumi tuvaletlere, 'latrina' denirdi..

Burada sadece tuvalet ihtiyacınızı gidermez, ayrıca sohbet imkânı da bulurdunuz. Aynen günümüz cafeleri gibi...Boşaltım sırasındaki sesleri duymamak için Latrina'nın ortasındaki süs havuzundan yararlanılırdı. Suyun şırıltısı boşaltımın gürültüsünü bastırmak içindi. Kötü kokuları önlemek için de güzel kokan bitkilerden bir köşe bile yapılıyordu. Efes Antik kentinde ise sürekli lir çalan bir kadın sanatçı bile vardı. Kış günleri kentsoylular köleleri ile Latrinaya giderlerdi. Önce köle işini görürdü. Köle soğuk mermeri ısıtır, böylece efendinin poposu ısınmış mermere değmiş olurdu.

8 Ağustos 2025 Cuma

BİLİM İNSANLARIMIZ

Bize okulda kafasına elma düşen, hamamda duş alan vs. vs. adamları anlattılar da Avrupa'nın 600 sene üniversitelerinde okuttuğu kitaplarımızı, eserlerini anlatmadılar.
Âlimlerimiz....
1. Akşemseddin: Pasteur ’dan 400 sene önce mikrobu bulmuştur.
2. Ali Kuşçu: Büyük astronomi bilgini. İlk defa ayın şekillerini anlatan kitabı yazmıştır.
3. Ebul-Vefa: Trigonometri’de tanjant, cotanjant, sekant, kosekant ’ı bulan büyük alimdir.
4.Biruni: İlk defa dünyanın döndüğünü ispat etmiştir.
5. Ebu Kamil Şü’ca: Avrupa'ya matematiği öğretmiştir.
6. Ebu Ma’şer: Med-Cezir (Gel-Git) olayını ilk o bulmuştur.
7. Battani: Dünyanın en büyük kaşifidir. Trigonometrinin kaşifidir.
8. Cabir Bin Hayyan: Atomun parçalanabileceği ve sonuçları hakkında ilk kitabı yazmıştır. Atom bombasının fikir babası ve kimya biliminin atası büyük alim... 
9. Cezeri: 8 asır önce otomatik sistemin kurucusu ve bilgisayarın babasıdır. 
10. Demiri: Avrupalılardan 400 sene önce zooloji ansiklopedisini yazmıştır.
11. Farabi: Ses olayını ilk defa fiziki yönden açıklamıştır. Sesin fiziki izahını ilk defa o yapmıştır. 
12. Gıyasüddin Cemşid: Matematikte ondalık kesir sistemini ilk o bulmuştur.
13. İbn Cessar: Cüzzamın sebebini ve tedavisini 900 sene önce açıklamıştır.
14. İbn Hatip: Vebanın bulaşıcı bir hastalık olduğunu ilmi yoldan açıklamıştır.
15. İbn Firnas: Wright kardeşlerden bin sene önce ilk uçağı yapıp uçmayı gerçekleştirdi.
16. İbn Karaka: 900 sene önce harika bir torna tezgahı yapmıştır. 
17. İbni Türk: Cebirin temelini atan bilginlerdendir. 
18. İdrisi: Yedi asır önce bugünkü ne çok benzeyen dünya haritası çizmiştir. 
19. İbni Sina: Eserleri Avrupa üniversitesinde 600 sene ders kitabı olarak okutmuştur. Tıbbın babasıdır. 
AVRUPA'ya göre adı: AVICENNA’dır !..
20. Kadızade Rumi: Yaşadığı asrın en büyük matematik ve astronomi bilginidir. Fizik kurallarını astronomiye uyarlamıştır. 
21. Kambur Vesim: Verem mikrobunu R. Koch’tan 150 sene önce keşfetmiştir. 
22. İbnünnefis: Avrupalılardan üç asır önce küçük kan dolaşımını keşfetmiştir. 
23. Piri Reis: 400 sene önce bugünküne en yakın haritasını çizmiştir.
Yıl 1913 Gülhanede bilimsel araştırma kurumu olan 
BAKTERIYOLOJIHANE-İ Osmaniyenin çalısmaları dünya çapında üne sahipti.

Öyle ki : Bu kurumda 

1) difteri serumu üretimi  
2) dizanteri serumu üretimi
3) tüberkülin üretimi 
4) mallein testi üretimi 
5) tifo aşısı üretimi yapılmaktaydı.

28 Temmuz 2025 Pazartesi

BASMA, FİSTAN, PAZEN...

Azra Akın’ın 2002’de dünya güzeli seçildiği geceden yıllar sonra Cemil İpekçi ile yapılan söyleşi:

Azra bana geldi, çok güzel bir kızdı. ‘Bana ne dikeceksiniz’ dedi. Ama o kadar saygılı düzgün bir kız ki anlatamam. Ben de ona ‘pazen dikeceğim sana’ dedim. 

Dünya güzeli seçildiği gece giydiği kostümdeki işlemeleri tek tek elimle yaptım. Elbisenin üzerinde plastikler var, onları tek tek kestim.
 Bir de çizme yaptım, kostümüyle aynı tarz.. 

O gece 100 jüri vardı 100’ü de çizmeye tam not vermiş. Elbise ile Azra çok bütünleşti. 
Ben Azra’nın elbisesini 3 haftada hazırladım. Beni dikişten çok kulağındaki takı oyaladı. 

Çünkü onu tek tek kestim, o zaman 1.5 liraya almıştım o plastikleri. Bu elbisenin maliyeti 12.5 lira kumaş desek, boncukları, plastikleri falan hepsi 20 lira tutmuştu. Bu kostüm "en iyi kostüm" ve "en iyi tasarım" ödülünü aldı. 
Azra da bana gıkını bile çıkarmadı. 

Çok önemli bir gece sonuçta. Ben o pazeni diktikçe Azra mutlu oldu ve hak ettiği birinciliği aldı. O kostüm Azra'da şu an, saklıyor. "Azra Akın'ın bu elbisesi Sümerbank basmasından dikilmişti. Azra Akın 2002 Dünya Güzeli seçildi. 

Ayrıca Londra'da yapılan yarışmada, Azra Akın'ın final gecesinde giydiği, Cemil İpekçi'nin diktiği Anadolu kültürünü yansıtan kırmızı basma elbise, “En İyi Giysi”seçildi. İngilizler üzeri çiçekli basmaya hayran kaldı. 

Ve fakat bilmiyorlardı ki: Türkiye'nin güzide kamu kuruluşlarından, 66 yıl ürettiği rengarenk basmalarla ülkeyi baştan başa süsleyen Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası‘nın kapısına kilit vurulalı henüz 24 gün olmuştu.

22 Temmuz 2025 Salı

İKİ ASKERLİ TÜRK ORDUSU...

AVUSTRALYA'YA SAVAŞ AÇAN İKİ TÜRK ASKERİ

Avustralya Devleti, Çanakkale savaşlarından önce ilk resmi savaşını iki Türk ile yapmıştır.

Yıl 1912, İngilizler Hindistan’ı işgal eder… 
Osmanlı Devleti 350 adet denizci levent ile Hindistan’a yardıma gider. Buradaki savaşlarda 40 kadar Türk esir düşer. Savaş bittikten sonra İngilizler, bu 40 Osmanlı esir askerini gemilerde çalıştırmaya başlarlar. Bir İngiliz gemisi Avustralya’ya geldiğinde, esir iki Osmanlı askeri bir yolunu bulup gemiden kaçarlar.
Esas hikaye bundan sonra başlar…

Abdullah ve Mehmet adındaki bu iki Türk, Avustralya’da kendilerine yeni bir hayat kurarlar. İşleri ve kazançları iyidir ama onların kulağı sürekli Anadolu’da ve memleketlerindedir… Dünya kaynamaktadır… Balkanlar, Ortadoğu ve İngilizlerin işgal ettiği Türk yurtları…

İşte tam bu sırada (1915) Avustralya hükümeti, İngilizlerle birlikte Çanakkale’ye asker çıkarmaya karar verir. Bizim iki Osmanlı askeri olayı duyarlar ve hemen buluşarak, durum değerlendirmesi yaparlar. Alırlar kağıdı, kalemi ve yazarlar:
“Sayın Avustralya yetkilileri…
Biz iki Türk askeri, ülkenizde bulunuyoruz. Duyduk ki, devletimiz Osmanlı'ya Avustralya devleti olarak savaş açmış ve Çanakkale’ye asker göndermişsiniz. Bundan dolayı iki Türk askeri olarak biz de Avustralya devletine savaş açmış bulunmaktayız. Bu bir “Osmanlı savaş fermanı“dır. Avustralya’ya duyurulur.”

Avustralyalı yetkililer bu mektubu alırlar, okurlar ancak önemsemezler…

İki Osmanlı askeri, Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet, Karadeniz diyarından Menteşoğlu Abdullah, Sidney’in 250 km uzağında “whıte rock” denilen bölgede siper alırlar. Avustralyalı yetkililer Çanakkale’ye gönderilmek üzere asker ve silah toplayıp, tren ile buradan limanlara sevk etmektedir. Dondurmacı Abdullah’ın beyaz gömleği vardır, kasap Mehmet’in de kırmızı önlüğü… Gömlek ve önlüğü sökerek 3 hilalli bayrak yaparlar ve bu bayrak ile düşmana savaş açarlar…

İki Türk askeri dönemeçlerde tren raylarını sökerek 3 tren devirirler. Üçüncü trende askeri mühimmat bularak silahlanırlar. Aynı bölgede 8 karakol basar ve karakollardaki askerlerin tamamını vururlar.
Ne olduğunu bir türlü çözemeyen Avustralyalılar, sonunda iki Osmanlı askerinin yazmış olduğu mektubu anımsarlar. Bizim askerlerimizi yakalamak için bölgeye tren ile 250 kadar asker gönderirler.

Çaresiz kalan Avustralya devleti ilk resmi savaşına girer, karşı tarafta ise yalnızca iki Türk… Tren ile gelen 250 kadar Avustralya askerini pusuya düşüren iki babayigit trene saldırırlar… 60 kadar Avustralya askerini öldürürler… Çok şiddetli çatışmalar sonucunda, iki Anadolu aslanı bu karlı dağlarda şehit düşer…
İki askerimizin mezarı şu anda Sidney’e 250 km uzakta olan “whıte rock” dağlarında bulunmaktadır. Nur içinde yatsınlar…

Bu iki yiğidin hakkını teslim eden Avustralya, o bölgeye “Türk Kayalıkları” adını vermiştir.

21 Temmuz 2025 Pazartesi

Süleyman Demirel sözleri

Süleyman Demirel'in unutulmaz sözleri :

1. Türkeş Türk çocuğu, Ecevit halk çocuğu, Erbakan Müslüman çocuğu, biz o... çocuğu muyuz?

2. Bana Türkiye’nin durumunu bir kelimeyle anlatın derseniz "iyidir" derim. İki kelimeyle anlatın derseniz "iyi değildir" derim.

3. Bize plan değil, pilav lazım.

4. Dünkü güneşle bugünkü çamaşır kurutulmaz.

5. Aslana hüviyet sorulmaz demişler. Kimlik taşımam.

6. Ege bir Yunan gölü değildir. Ege bir Türk gölü de değildir. Binaenaleyh, Ege bir göl de değildir.

7. Galibiyetin sahibi çoktur, mağlubiyetin sahibi yoktur. Yenilgi yetimdir.

8. İcabı olup olmadığı tartışılabilir. Ama icabı varsa feminizm fevkalade güzel bir şeydir.

9. Mizah bir yumruktur, ne zaman kime vuracağı belli olmaz.

10. Meseleleri mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz.

11. Memlekette petrol vardı da şerbet yapıp biz mi içtik?

12. Yağmur yağarken "ben ıslanmam" diyemezseniz.

13. Devlet bazen rutinin dışına çıkabilir.

14. Bulut buluttur, bulutun akı da buluttur garası da, binaaneleyh, üzerine gonuşmaya değmez.

15. Elektriğin komünisti olur mu? Yazın biz Bulgaristan'dan elektrik alıyoruz. Kışın Bulgaristan bize elektrik veriyor.

16. Dün dündür, bugün bugündür.

17. Yollar yürümekle aşınmaz.

18. Kavağa balık çıkar mı? 

19. Tamam Kürtlere kötü davranıyoruz da, sanki Türklere iyi mi davranıyoruz."

20. Camiye siyaset girerse ibadet kalmaz, mahkemeye siyaset girerse adalet kalmaz."

21. İktidarın değişeceğini anladığı gün trafik polisinin bile tutumu değişir.”

* 39 yaşında Başbakan oldum. Ana muhalefet lideri İnönü'ydü. Yeminle söylüyorum; onunla görüşmeye giderken dizlerim titrerdi. Ben alt tarafı Çoban Sülü. O ise Garp Cephesi kumandanı, Cumhuriyet'in İkinci Adamı'ydı."
Seçimlerden %50 oy alarak başbakan olan Süleyman Demirel, meclisin ilk günü meclis binasında İsmet İnönü ile karşılaşır. İnönü kendisine, "Meclisin kaç merdiveni var Süleyman biliyor musun?" diye sorar.
Demirel cevap verir; "Bilmiyorum..." Beklemediği bir soru karşısında cevapsız kalan Demirel, bu durum karşısında içten içe bozulmuştur.
Birkaç gün sonra mecliste yeniden İnönü'nün yanına giden Demirel kulağına eğilerek; "Efendim, meclisin 220 merdiveni var!" der. Kime saydırdın? diye sorar İnönü.
Demirel; "Bizzat ben saydım efendim!" der ve bunun üzerine İnönü'den tarihi bir söz duyar; "Bak Süleyman, lider odur ki zor işlerle uğraşsın. Lider basit işleri kendi yapmaz. Bak mesela ben meclisin kaç merdiveni olduğunu bilmiyordum. Sana saydırdım..."

18 Temmuz 2025 Cuma

CESURUM.... GELDİM..... ALDIM....

16 Temmuz 1974 günü Bolu Dağ Komando Tugayından kutsal bir görevin ifası için 280 araç yola çıktı. 

Sadece geceleri yolculuk ederek 1.100 km yol kat ettiler ve Adana Ovacık’a vardılar.

Konvoyda tek bir kaza bile olmadı.

20 Temmuz günü 72 helikopterin katıldığı dünya savaş tarihinin en büyük havadan taşınır birlik operasyonuyla Kıbrıs’a indiler ve hemen görev bölgelerine intikal ettiler.

Tugay Komutanı Tuğgeneral Sabri Demirbağ komutasında gece Rum saldırılarına tek adım geri atmadan kahramanca direndiler.

Ertesi gün ev ev, apartman apartman çatışmalar başladı.

Rumlar, Barış Gücünün kontrolünde olan bölgeler de dahil 
olmak üzere bütün evleri beton mevzilerle güçlendirmişlerdi.

Buna rağmen 14 saatte yerle bir edildi.

“Girne tarafında 60 km lik sahili kontrolümüz altına aldık” diye açıklama yaptı Tuğgeneral Demirbağ ve devam etti :

“Bize ateş etmeyene ateş etmiyoruz, esir alıyoruz. Şu ana kadar 600 civarı esirimiz var. Esirlerimiz arasında kadınlar ve çocuklar yok. Teslim olanları Türkiye’ye gönderiyoruz.” 

Mehmetçik adaya gitmeden Rum Birliklerinden birinin duvarında
 “Cesursan gel al” yazıyordu,
 bugün ise 
“CESURUM ! GELDİM ! ALDIM ! yazıyor.

Kararlı, disiplinli, cesur ve çatışmalar esnasında yaralanan 2 Rum’u Türk yaralılarla birlikte  kendi makam aracıyla Lefkoşa Kızılay Hastanesine gönderecek kadar da insancıl olan kıymetli 
Sabri Paşa 20 Ocak 2005 tarihinde , 
84 yaşındayken hayata veda etti.

Ruhun şad, mekanın cennet olsun 
“KIBRIS FATİHİ”

16 Temmuz 2025 Çarşamba

Old Soldiers

Hayatını Kurtardığı Anzak Askeri ile yıllar sonra bir araya geldi.

Bir zamanlar karşı cephelerde savaşan Çanakkale gazisi Adil Şahin ve Avustralyalı gazi Len Hall, savaşın bitmesinden yıllar sonra Gelibolu'da bir arada... 1990

Çanakkale Savaşında yaralı olduğu için cephede arkadaşlar tarafından geride bırakılan Len Hall için aslında her şey bitmişti ya kan kaybından ölecekti yada Türk askeri gelip kendisini öldürecekti.

Ölüm beklediği cepheye ilk gelen Adil Şahin'di. Kendi anlatımı ile öyle korkuyordumki altıma yapmıştım. Türk askeri yaklaştı ve bana mataradan su içirdi bir şeyler söylüyordu anlamadım. Beni öldüreceğine kesin emin oldum çünkü defalarca ölecek arkadaşlarına böyle su içiyorlardı. Sonra öğrendim bunun onlar için kutsal olan Zemzem suyu olduğunu.

Beni sırtına aldı cephe gerisine götürdü revire teslim etti. Orada tedavi oluyorum ama neden? Çünkü Türk askerinin bize yamyam oldukları ve insan eti ile beslendiklerini bile söylediler. O asker her gün geldi başımı okşadı gitti 1 ay sonra tedavim bitti ve benim girmeme izin verdiler. Ben kendi askerimin yanına beyaz bayrak sallayarak gittim beni geride bırakıp giden arkadaşlarımın çoğu ya ölmüştü yada geri dönmüşlerdi. O hayatımı kurtaran askerin adı Adil Şahin'di. Geri döndüm bunları anlattığım için kendi devletim beni yargıladı ve ev hapsi cezası aldım. Hep içimde o askere teşekkür etmek isteği vardı. Bunun için Türk Büyükelçiliğine 4 yıl önce başvurdum. Güzel haberi alıncada buraya geldim. Kendisine hayatımı borçluyum, minnettarım. Ben bilmediğim bu ülkeye onları öldürmek için geldim hayatımı onlara borçlu olarak geri döndüm. Bu benim için son görevdi artık huzurla ölebilirim. 
Alıntıdır... 

BÜYÜK ÇAMLICA CAMİİ

NEDEN 6 MİNARELİ?
Büyük Çamlıca Camii, her bir bölümünde en ince ayrıntısına kadar düşünülen detaylarıyla ilgi çekerken, heybetli yapısına yakışır anlamda bazı rakamsal büyüklükleri de kapsıyor. 6 minareli olmasıyla imanın şartlarını temsil ediyor. İmanın şartlarını temsilen 6 minareli inşa edilen Büyük Çamlıca Camii'nin 3 şerefeli 4 minaresi Malazgirt Zaferi'ne ithafen 107,1 metre, 2 şerefeli 2 minaresi ise 90 metre yüksekliğinde.

NEDEN 72 METRE?
Caminin 72 metre yükseklikteki ana kubbesi İstanbul'da yaşayan 72 milleti, 34 metre çapındaki kubbesi İstanbul'u simgeliyor. Caminin ana kubbesinin üzerinde 3 metre 12 santimetre genişliğinde, 7 metre 77 santimetre yüksekliğinde, 4,5 ton ağırlığında alem var.

DÜNYANIN EN BÜYÜK ALEMİ
Nanoteknolojiyle renklendirilen ve 3 parçadan oluşan alem, dünyanın en büyük alemi olma özelliğini taşıyor.

ANA KAPISI EN BÜYÜKLERDEN
Büyük Çamlıca Camii, 5 metre genişliğinde, 6,5 metre yüksekliğinde ve 6 ton ağırlığındaki ana kapısıyla dünyadaki en büyük ibadethane kapılarından birine de sahip.

DEV BİR KÜTÜPHANESİ VAR
Büyük Çamlıca Camii, 3 bin 500 metrekarelik sanat galerisi, 3 bin metrekarelik kütüphane, bin 71 kişilik konferans salonu, 8 sanat atölyesi, 3 bin 500 araçlık kapalı otoparkı bünyesinde barındırıyor. Cami, ses, ışık, ısıtma, havalandırma ve güvenlik sistemleriyle de farkını ortaya koyuyor.


11 Temmuz 2025 Cuma

2 Ş E Y


İki şey 'Kalitesiz İnsan'ın özelliğidir: 1- Şikayetçilik 2- Dedikodu 
İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer: 1- Bakış açısını değiştirmek 2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek 
İki şey yanlış yapmanı engeller: 1- Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgecinden geçirmek 2- Hak yememek 
İki şey kişiyi gözden düşürür: 1- Demagoji (Laf kalabalığı) 2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek).
İki şey insanı 'Nitelikli İnsan' yapar: 1- İradeye hakim Olmak 2- Uyumlu Olmak
İki şey 'Ekstra Değer' katar: 1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak 2- Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek.
İki şey geri bırakır: 1- Kararsızlık 2- Cesaretsizlik 
İki şey kaşif yapar: 1- Nitelikli çevre 2- Biraz delilik 
İki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar: 1- Baskın yeteneği bulmak 2- Sevdiğin işi yapmak
İki şey başarının sırrıdır: 1- Ustalardan ustalığı öğrenmek 2- Kendini güncellemek 
İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır: 1- Niyetin saf olması 2- Ruhsal farkındalık 
İki şey milyonlarca insandan ayırır: 1- Sorunun değil, çözümün parçası olmak 2- Hayata ve her şeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmek 
İki şey gelişmeyi engeller: 1- Aşırılık (mübalağa, abartı, ifrat) 2- Felakete odaklanmış olmak
İki şey çözüm getirir: 1- Tebessüm (gülümseme) 2- Sükut (susmak)
İki şeyin değeri kaybedilince anlaşılır: 1- Anne 2- Baba
İki şey geri alınmaz: 1- Geçen zaman 2- Söylenen söz
İki şey ulaşmaya değerdir: 1- Sevgi 2- Bilgi
İki şey "hayatta önemli olan her şey" içindir: 1- Nefes alabilmek 2- Nefes verebilmek
Giordano Bruno (16. asır İtalyan düşünürü)

4 Temmuz 2025 Cuma

Dut yemiş bülbül gibi...

Bülbüller içkiye düşkündür.
Bülbül içkiyi buldu mu bir hayli içer.
Ama bu gerçeği bilginler değil, Tarihçi Reşat Ekrem Koçu'nun annesi Zağralı Hacı Fatma hanım saptamış.
Bülbülleri günlerce, Göztepe'deki evinin bahçesinde dürbünüyle gözetlemiş...
Fatma hanım gözlemlerini şöyle dile getirmiş:
“Bir bülbül sabahleyin bir vişne ağacına gelip konar...
Yirmi otuz kadar vişneyi gagasıyla deştikten sonra çekip gider... 
Akşam, yine gelir... 
Vişnenin gagayla deşilen yerinde biriken meyve suyu mayalanmış, bir likör ya da şarap haline dönüşmüştür.
Kuş, akşamın son saatlerinde bir iki vişneden kendi elcağızıyla hazırlanmış içkinin ilk yudumlarını içince şöyle bir silkinir; Birkaç külhani ıslık öttürür.
Yırtılmış vişne kadehleri beşi, altıyı buldu mu nağmeler uzar. Ortalık iyice karardığı için küçük bülbül göze görünmez ama yırtık vişneler bittikçe sesi de ağaçtan döküldükçe dökülür.
Artık tan sökünceye kadar gelsin gazeller, şarkılar, feryatlar.”
Vişne mevsimi bitince dut mevsimi başlar.
Ve…Bülbüllerin sesleri de biter.
Aslında bülbül içkisi bittiği için ötmüyordur. Dutu gagalamanın likör vermediğini bilir.
“Garip Bülbül”, mevsim dut mevsimi olduğu için susmuştur.
Bu yüzden suskun olanlara “Dut yemiş bülbül gibi” derler.
Salah BİRSEL

2 Temmuz 2025 Çarşamba

REŞİT PAŞA

DERVİŞLİK YAPAN İNGİLİZ AJANI VAMBERY’NİN İTİRAFLARI

Önce Türkçe öğrendi, sonra dinini, kılığını ve adını değiştirdi.
Adı Arminius Vambery idi, Türklerin arasına Reşid Paşa adıyla sızdı. 

Devletin en üst makamlarında bulunanların arasına karıştı. 
Padişah Sultan Abdulhamid’le dostluk kurdu ve güvenini kazandı.

Anadolu ve Ortaasya seyahatlerine çıktı.
Artık o bir derviş idi.

Tam 4 yıl Osmanlı topraklarında yaşadı. Osmanlıca’yı mükemmel denebilecek kadar iyi konuşuyordu.

Hiç kimse ondan kuşkulanmadı.
Herkes tarafından büyük saygı ve itibar gördü.
Ta ki, yıllar sonra Londra'ya döndükten sonra anılarını yazınca deşifre oldu.
O bir İngiliz casusu idi!

👇 Anılarında şunları yazıyordu:
"- Derviş kimliğiyle aralarına girdim.
Eğer hakiki hüviyetim meydana çıkmış olsaydı, değil burada, Osmanlı Sefarethanesi'nin has itibarlı misafiri olabilmem, hayatım dahi tehlikede olurdu.

- Ben Reşid Efendi, sefirin has misafiri ve dostu olarak bu Türk hacıları nezdinde gün geçtikçe itibar sahibi oluyordum.

- Öyle saf ve mert insanlardı ki, kendi hayatlarında yalan söylemedikleri için, hiç kimsenin ne sebeple olursa olsun yalan söyleyebileceğine, hele hakiki hüviyetini saklayacağına asla ihtimal vermiyorlardı.

- Türkler en mert, saf ve güvenilir insanlardır. Muhataplarını da kendileri gibi bilirler ve her söylenene itimat ederler. Bilhassa dini ve manevi bahislerde kimsenin yalan söyleyeceğine asla ihtimal vermezler.

- Benim tam bir derviş hüviyet ve şekli içinde ve alıştıkları üslup ve hususiyetlerle aralarına girdiğim Türkmenler, kısa zamanda öylesine bağlandılar ve inandılar ki, kazancımı tarif edemem.

- Birçok hasta benden şifalı nefes istiyor, bazısı hekim olduğumu zannederek tedavi olma yollarını araştırıyorlar, bazısı ilaç yapmamı rica ediyorlardı.

- Ve, ancak sorulan suallere cevap veriyordum.

- Binlerce kadın, çoluk çocuk, kız, ihtiyar, genç etrafımızı sardılar. 
Birbirinin üstüne yığılmış bizi görmek, sevap olur diye ellerini üstümüze sürmek, ellerindeki testilerinden bizlere birer yudum içirdikten sonra bu suyu her derde şifa olarak saklamak, hayır duamızı almak için rahat nefes aldırmaz olmuşlardı.

- Türkmenlerin hepsi İslam'dır. Yalnız dinlerini de hakiki manasıyla bilmezler. 
Birkaç kelime din konuşan başlarına imam olur. Ben de onu yaptım.”

Kaynak: 
İngiliz Casusu Vambery'nin Günlükleri

17 Haziran 2025 Salı

TÜRKÇE

Dün gece geç saatte kişinin biri boyundan büyük söz etmiş:
“Türkçeden arapça ve farsça sözcükleri çıkarırsanız Türkçe kalmaz!”
Gibi köksüz bir söz savurmuş…
Bayramı da unutmamış, kutlamış.
(Önce yine farsça, arapça sanılan
Bayramını BAY’ladım!
Bey BAY Eden,
Ay gibi görünen ışık/kişi olur.
AY-ET (delil-kanıt) olur!
RAM rama’dan gelir. Barış/Mutluluk…
Bu sözcüğün doğuşunu da açıklarım! Ama şimdilik kalsın. 🙂
UR gibi ortaya çıkan Çuk-UR-a gömülür.
Ona HOP DEDİK başlığıyla
aşağıdaki yanıtı verdim.
Akıl vermek değil, BİLginin karanlığı AKLAMASI için, yerleri/İL’leri AKlayın! AKIL-Ak-il, AKLANMIŞ İLLER/yerler çoğalsın!
Karanlık yok olsun.
İNSANLIĞIN İLK DİLİ TÜRKÇEDİR
Türkçe insanlığın dilidir.
Diyelim ki hiç konuşma bilmeyen insansınız.
Ağzınızı açın ve ses çıkarmayı deneyin;
Doğaçlama ilk ses olarak
Aaaa… dersiniz!
A harfinin önüne abc.deki tüm sessiz harfleri koyup okuyun:
Ab,
Aç,
Ad,
Af,
Ağ,ag,
Ah,
Ak,
Al,
Am,
An,
Ap,
Ar,
As,
Aş,
At,
Av,
Ay,
Az…
Diğer sesli harflerin önüne de sessiz harfleri koyup aynı yöntemi uygulayın.
Sonra dünya dillerinde bu kök sözcükleri araştırın.
Büyük çoğunluğu Türkçe kök sözcüklerden türemiştir.
Arapça diye bildiğiniz bir çok sözcük kök olarak Türkçe’dir!
KUR-an
TEK-bir
AY-et (ay gibi açık edilmiş bilgi.)
KAL-em (kalıcı olarak emilmiş olan, alet)
AR-AF-AT
(Arınma, af edilme, Taş ATma… )
Farsça: OR-UÇ
OR: orta, ordu, güçlü nokta…
UÇ: Yükselmek, uçmak…
OR-UÇ
Güçlü ruhsal yükseliş.
NAM: ün…
AZ: azalma…
Nam-az: Benlik duygusunun azalması durumu (Ben yokum TEK olan var bilincine ulaşmak)
En az 2.500 yıldır kullanılan GÖKTÜRK yazıtlarındaki dil varken arapça yazılı dil bile değildi!
İngilizce dil yapısının ana çatısı da Türkçedir:
ON: on the table..
üstünde;
Onunca, konunca, üstünde…
İN: içinde; in the box.
Yapınca, edince…
AT: at the… havada
AT’layarak…
OK: okey, Ok atınca dönüşü olmayan ONaylama anlamında.
SİN: Günah, saklanan…
Sinmek, örtülen…
Brother: erkek Kardeş
BİR AD ER…
Bir ad almış er(erkek kardeş)
Rusça’nın yüzde 70’i Türkçe kök sözcüklerden oluşmuştur.
Yazı dili yokken Taşlara kazılmış, insanların duygu ve düşüncelerini TAMGA’larla anlattığı simgelere bakın:
Hepsi TÜRK ESERİDİR!
10 binlerce yıl öncesine gidin Türkleri ve Türkçeyi görürsünüz!
700 yıl önce Rus ve Rusça yoktu.
1.500 yıl öncesinde ingiliz ve İngilizce,
1.800 yıl önce Fransız ve Fransızca,
2.000 yıl önce de Alman ve Almanca yoktu!
Almanların, isveçlilerin, Slavların eski Runik GÖKTÜRK alfabesini
Kullandıklarını da biliyor muydunuz?
Yabancı dil bilimcilerin:
“Sanki yüzlerce matematik profesörü bir araya gelip Türkçeyi yazmışlar.”  Deyişinden de haberiniz yok anlaşılan…
“Tarihten Türkü çıkarırsanız Tarih kalmaz!” (Prof. Neumark) deyişini de bilmiyorsunuz anlaşılan…
Bu konuda buraya kitap yazacak değilim.
Anlayan anlasın...
BAYramımız BAY olsun!.:

Prof.Muazzez İLMİYE ÇIĞ 
Anısına Saygıyla

15 Haziran 2025 Pazar

BEYİN VE ORUÇ

Beyin taramaları Orucun Beyninizi yeniden kabloladığını gösteriyor
Aralıklı oruç tutmanın beyin sağlığını koruması nöroplastisiteyi artırmasından kaynaklanıyor.
“Damak kontrolü, zihin kontrolü için değerli bir yardımcıdır.” (M.Gandhi)
__“Oruç tutmak 'kendi kendini yeme' olarak bilinir. Bu, hücrelerin eski kısımlarını sağlıklı versiyonlarıyla değiştirmesi, kişinin daha genç yaşamasına ve hissetmesine yardımcı olması anlamına gelir.” diyor Malcolm Cesar, Otofaji adlı Kitabında 
Orucun beyin üzerindeki dönüştürücü etkilerini destekleyen kanıtlar öncelikle gıda yoksunluğu dönemlerinde meydana gelen 
sinirsel değişikliklere bir pencere sağlayan 
gelişmiş beyin tarama teknolojilerinden geliyor. 

Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme (fMRI) 
ve Pozitron Emisyon Tomografisi (PET) taramaları, 
beynin aktivitesini ve metabolik değişikliklerini 
gerçek zamanlı olarak yakalayarak 
bu araştırmanın ön saflarında yer almakta..

Çok daha eski bir uygulama olan Orucun 
beyinle ilişkisi 
Hipokrat döneminden beri malum idi 

zira epilepsiyi tedavi etmek için kullanılmıştı

Ayurveda da orucu sadece fiziksel bir detoks olarak değil, 
beden ve zihin için dönüştürücü bir yolculuk olarak görüyor. 

Orucun faydaları basit kilo yönetiminin çok ötesine uzanır. 

Bu etkiler, beyin enerji metabolizmasında önemli değişiklikler, nörotrofik faktörlerin artan üretimi, 
gelişmiş otofaji, 
iyileştirilmiş nörovasküler işlev 
ve nörotransmitter sistemlerindeki ayarlamalarla desteklenmektedir.

Çalışmalar, aralıklı orucun 
vücudun Alzheimer ve diğer nörodejeneratif hastalık riskini azaltmada rol oynayabilecek otofaji olarak bilinen sürece yardımcı olabileceğini öne sürüyor.

Aralıklı oruç tutmak, 

hipokampüsünüzde yeni beyin hücrelerinin üretimini 
(nörogenez) artırarak 

hafızayı ve beyin işlevini de iyileştirebilir. 

Aralıklı oruç tutmanın 

mitokondriyal fonksiyonu, 
metabolizmayı iyileştirerek ve oksidanları azaltarak 

beyin koruması sağlayabileceği belirtiliyor .

Ancak bu esnada oluşan ketonlar 
nöronlar için bir enerji kaynağı olmaktan daha fazlasıdır, zira 

Beyin sağlığı için gerekli bir protein olan 
beyin kaynaklı nörotrofik faktörün (BDNF) üretimini tetikler. 

Daha yüksek BDNF seviyeleri keskin ve sağlıklı bir beyinle ilişkilidir

Laboratuvar hayvanlarında oruç tutmak ve egzersiz yapmak, beyin hücrelerinde beyin kaynaklı nörotrofik faktör veya BDNF adı verilen bir proteinin üretimini uyarır. 
Bu protein, öğrenmede, hafızada ve hipokampüste yeni sinir hücrelerinin oluşumunda kritik roller oynar. 
BDNF ayrıca nöronları strese karşı daha dirençli hale getirir. 

Oruç tutmak ayrıca hücrelerin hasarlı molekülleri ve işlevsiz mitokondrileri temizlediği ve hücre büyümesini durdurduğu 

otofaji adı verilen bir süreci tetikler.

Oruç tutmak aslında ana sıfırlama düğmesine basmaktır. 

Birçok aralıklı oruç rutininin amacı, 
ağırlıklı olarak karbonhidrat yakmaktan 
yağ yakmaya geçmek için bir " metabolik anahtarı " çevirmektir. 

Buna ketozis denir 

ve genellikle karaciğer ve glikojen depoları tükendiğinde, 
12-16 saatlik oruçtan sonra gerçekleşir. 

Bu metabolik süreç tarafından üretilen kimyasallar olan 
ketonlar , 
beyin için tercih edilen enerji kaynağı haline gelir.

Ketonlar, 
beynin yeni beyin hücrelerinin ve aralarındaki 
yeni bağlantıların büyümesini destekleyen bir bileşik olan 
beyin kaynaklı nörotrofik faktör (BDNF) üretmesine yardımcı olmaktadır.

Bu, vücudunuzun kendi kendini onarma modlarının 
harekete geçmesini ve hücresel kalıntıları temizlemesini sağlar. 

Bu yeni başlangıç , otofaji adı verilen , hücresel bir temizlik sürecidir.

Otofaji, aralıklı oruç ile beyin sağlığı arasındaki bağlantıyı birkaç şekilde güçlendirir:

*Hücresel artıkların temizlenmesi
*Beyindeki protein birikimini azaltmak
*Nöronları hücresel hasardan korumak
*Yeni sinirsel bağlantıları teşvik etmek
*İltihabı düzenleme

Dr. Mark Mattson,
"Hayvanlarda aralıklı orucun 

beyin iltihabını azalttığını bulduk," diyor

Yakın zamanda yapılan bu çalışmaya katılanların 
beyin taramaları, 
alt frontal orbital girus da dahil olmak üzere 

beyin bölgelerinde iştah ve bağımlılığı düzenleyen 
değişiklikler gösterdi. 

Aynı zamanda, 
dışkı örnekleri ve kan testleri 

bağırsak bakterilerinde değişiklik gösterdi, 

Ekip, katılımcıların 
ortalama 7,6 kilogram (16,8 pound) kilo vermekle kalmayıp 

bağırsak bakterilerinin bileşiminde 
belirgin değişiklikler olduğunu 

ve beyin bölgelerinde ek değişiklikler olduğunu vurguladı.

Bu değişiklikler beynin sol alt ön orbital girus adı verilen bir kısmında daha az aktivite ile bağlantılıydı, 

bu da gıda alımını kontrol etmeye yardımcı olur. 

Aralıklı oruç sırasında, 
bazı faydalı bağırsak bakterileri 
daha yaygın hale gelebilir, 

gıda alımına ve dürtü kontrolüne bağlı beyin aktivitesini etkileyen bileşikler oluşturur.

Nitekim başka bir araştırmada da 
bilim insanları 

Oruç tutmanın bağırsak bakterilerinin, 

akson adı verilen sinir liflerini yenilemek için gerekli olan 
3-İndolpropionik asit (IPA) olarak bilinen
 
bir metabolitin üretimini nasıl artırdığını gözlemlediler. 

Bu, bağırsak ile beyin arasında 

karmaşık, çift yönlü bir iletişimi önerir, 

oruç yoluyla bağırsak ortamını değiştirmenin 

beyin fonksiyonlarındaki değişikliklere yol açarak 

beslenme davranışlarını 
ve diyetle ilgili karar alma süreçlerini potansiyel olarak etkiliyor.

Dünya genelinde bir milyardan fazla insanın 
obezite sorunu yaşadığı tahmin ediliyor. 

Bu durum, kanserden kalp hastalıklarına kadar 
pek çok sağlık sorununa yakalanma riskini artırıyor .

Beyinlerimiz ve bağırsaklarımızın 

birbirine ne kadar bağımlı olduğunu daha iyi bilmek , 

obeziteyi etkili bir şekilde önlemede ve azaltmada 

büyük fark yaratabilir.
Alıntıdır. 

BABALAR GÜNÜ

Babalar Günü, babaların ve baba figürlerinin onurlandırıldığı, sevgi ve minnet duygularının ifade edildiği özel bir kutlama günüdür. Genellikle Haziran ayının üçüncü Pazar günü kutlanır.
Babalar Günü Nasıl Ortaya Çıktı?
Babalar Günü'nün kökenleri 20. yüzyılın başlarına, Amerika Birleşik Devletleri'ne dayanır. Bu özel günün ortaya çıkışı, Sonora Smart Dodd adında bir kadının babasına duyduğu derin sevgi ve hayranlıkla yakından ilişkilidir.
 * Bir Kızın İlhamı: 1909 yılında, Sonora Smart Dodd Anneler Günü'nün kutlandığını öğrendikten sonra, benzer bir günün fedakar babalar için de olması gerektiğini düşündü. Dodd'un babası, Amerikan İç Savaşı gazisi William Jackson Smart'tı. Annesiz geçen yıllarda altı çocuğunu tek başına büyüten babasının özverisini ve emeklerini onurlandırmak istiyordu.
 * İlk Kutlama: Sonora'nın girişimleriyle ilk Babalar Günü, 19 Haziran 1910'da Washington eyaletine bağlı Spokane kentinde kutlandı. Bu ilk kutlama, yerel düzeyde kalsa da zamanla halkın ve bazı kurumların desteğiyle yaygınlaşmaya başladı.
 * Resmiyet Kazanması: Babalar Günü'nün resmiyet kazanması biraz zaman aldı.
   * 1924 yılında ABD Başkanı Calvin Coolidge kutlamaları desteklese de resmi bir ilan yapmadı.
   * 1966 yılında dönemin ABD Başkanı Lyndon B. Johnson, Haziran ayının üçüncü pazar gününü Babalar Günü olarak ilan eden bir bildiri yayımladı.
   * 1972 yılında ise Başkan Richard Nixon, bu günü resmi olarak ulusal bir tatil ilan etti.
Babalar Günü'nün Yaygınlaşması
Amerika'dan yayılan bu gelenek, zamanla birçok ülke tarafından benimsendi. Bugün başta Türkiye olmak üzere İngiltere, Kanada, Japonya, Hindistan ve birçok ülkede Babalar Günü Haziran ayının üçüncü Pazar gününde kutlanıyor. Ancak bazı ülkeler, kendi kültürel veya dini nedenlerle farklı tarihlerde bu özel günü anarlar. Örneğin, İtalya, İspanya ve Portekiz gibi Katolik ülkelerde Babalar Günü, Aziz Yusuf Günü olarak kabul edilen 19 Mart'ta kutlanır. Tayland'da ise kralın doğum günü olan 5 Aralık'ta "Ulusal Baba" figürü olarak kutlanır.
Babalar Günü, tüm dünyada babalara teşekkür etme, hediye verme ve onlarla birlikte vakit geçirme gibi etkinliklerle kutlanan, aile bağlarını güçlendiren anlamlı bir gün haline gelmiştir.

8 Haziran 2025 Pazar

BİR ÖKÜZ DÖRT ERKEK!

M.Ö 2350 yılına ait olan Sümer tableti üzerinde "Dünya'da bazen bir öküz 4 erkeğe bedeldir" yazısı yer almaktadır. 

Çivi yazısını bularak yazılı tarihi başlatan Sümer uygarlığı aynı zamanda tekerleği icat ederek tarım ve hayvancılıkta öküz ve saban uygulamasını da kullanmıştır. 

Tarım, Sümer medeniyetinin temeli sayılırdı ve ağırlıklı olarak erkek işiydi. Büyükbaş hayvanların da evcilleştirilerek tarımda kullanılması ile birlikte çağ atlanmıştır. 

Bu sebepten dolayı 1 öküz 4 erkeğe bedeldir terimi kullanılmıştır. Sümerler yazının icadı ile tarihin temelini atmış, çamur tabletler ile öğrencilere çivi yazılarını ayrıca din ve ahlaklarını öğreterek tarihin ilk öğretmenlerini de çıkarmışlardır....
Alıntı netgeolife

6 Haziran 2025 Cuma

ÇOCUKLAR İÇİN DOĞRU VE YANLIŞLAR..

İlginizi çeker düşüncesiyle, çocuk eğitiminde yapılan yanlışların bir kısmını bir araya topladım. Faydalı olması dileğiyle...

***
-"Bir öpücük verirsen bu çikolata senin olur." demeyelim. Bu söyleme alışan çocuklar tacizciler için hep "kolay lokma"dır.

-"Ya bıraksana çocuğum, amcan/teyzen bir kere sarılsın sana." diye zorlamayalım. Çocuk birine sarılmıyorsa ya da sarılmak istenmiyorsa bir sebebi vardır.

-"Senin yüzünden annenle/babanla kötü oluyoruz. Ayrılırsak sebebi sen olacaksın." diye çocuğu sorumlu tutmayalım. Eşler arasındaki sorunların sebeplerini çocuğa yüklemek haksızlıktır.

-"Ödevini yaparsan sana para veririm.", "Akıllı olursan sana oyuncak alacağım.", "Yemeğini yersen, telefonda oyun oynayabilirsin." dedikçe, bir süre sonra "ödüllendirme sistemi" zorunlu bir iş haline gelir ve çocuk ödülsüz hareket etmez olur. Sürekliği olan bu alışveriş, ilerideki yıllarda çocuğu "pazarcı" yapar. Girdiği her ilişkide "...tamam da, burada ben kazancım ne." düşüncesiyle hareket eder.

-"El alem ne der." sözü bir çocuk için korku ve kaygı demektir. Özgüven eksikliği yaratmak demektir. Çocuk gözetlendiğini, insanlar tarafından sürekli takip edildiğini, eleştirildiğini düşünür. Beğenilmeyecek olması, eksik görülmesi, yetersiz olma kaygısı çocuğun hayal dünyasına ve kişilk gelişimine zarar verecektir.

-"Akşam baban gelsin, görürsün sen." diyen anne hem çocuğu tehdit ederek, onun korkak olmasına sebep olur, hem de güçsüzlüğünü ortaya koyar. "Akşam baban gelsin, görürsün sen." cümlesi çocuk tarafından "Ben annelik görevimi yapamıyorum. Gücüm sana yetmiyor." olarak algılanır.

-Çocuğun her istediğini almak, ağlamasın, üzülmesin, kırılmasın, diye dünyasını pahalı oyuncaklar, kıyafetler, bilgisayar ve telefonlarla doldurmak çocuğun doyumsuz biri olmasına yol açar. Her defasında istekleri azalacağına çoğalır, yetinmez ve mutlu olmaz. Çocuklar varlık gibi yokluğu da bilmeli, sabretmeyi, istedikleri için emek vermeyi öğrenmeliler. Ağlamayan gülmenin değerini bilmiyor. Her çocuk hayal kuracak ve umut edecek kadar "fakir" olmalı!

-Herhangi bir konuda iddia eden çocuğa "Tamam ama eğer dediğin gibi değilse ben sana sorarım." demeyelim. Bu sözlerle kodlanan çocuklar büyüdüklerinde haklarını arayamayan, aradıkları takdirde sorunlar yaşayacaklarına inanan pasif bireylere dönüşeceklerdir.

-Anne ve baba tarafından verilen "Sınırsız" sevgi ve anlayış çocuğun topluma uyum sağlamasının önünde engeldir. Ne yaparsa yapsın, her yaptığı "hoş görülen" çocuk, aynısını toplumdandan bekleyecek ve bunun olmadığını gördüğü zaman uzaklaşıp, içine kapanacaktır. "Kimse beni anlamıyor. Kimse beni sevmiyor." diyecektir. 

-Sürekli akıl verilen ve "Sen dur beceremezsin, ben yaparım." denilen çocuk, bir süre sonra söylenmeden iş yapmayan, hareket etmeyen biri olacaktır. Kurulunca çalışan oyuncaklar gibi, komut bekleyecektir.

- Çocuklarımızı "Paşam" ve "Prensesim." diye severken dikkat edelim. Paşalık ve Prenseslik sıfatlarıyla kodlanan çocuklar, büyüdükçe insanları sarayın hizmetçileri olarak görebilirler!

-Kurban bayramlarında uluorta yerlerde ve özellikle de çocukların gözleri önünde kesim yapılmamalı ve yapanlar da bu konuda uyarılmalı. Dile getirmek de zıorlansalar da, bu kesim anı her çocukta ayrı bir travma olarak kalıyor. Hatta bazıları buna özenerek daha sonra başka hayvanlara da zarar verebiliyor. (Hatırlayın: Çocuklar tarafından ayakları kesilen yavru köpek.) Ve hatta mümkünse, kurban kesme yerine, ailece, ihtiyaç sahibi çocuklara el uzatmak, bir fidan dikmek ya da evsiz barksız birini mutlu etmek ve çocukları iyiliklere özendirmek çok daha iyi olacaktır. 

-"Bakayım çükün yerinde duruyor mu." ya da "neredeymiş bakalım memişler." diyerek çocukların bedenlerine dokunmaktan vazgeçelim. Bu hareketlere alışan çocuklar, karşılarına çıkan tacizcileri karşı bir direnç göstermezler.

-Son günlerde, sanırım sevgilerini göstermek için sürekli çocuklarını dudaklarından öpen ebeveynler görüyorum. Her ne kadar kötü niyetle yapılmıyor olsa da, çocuk zamanla başkaları tarafından da dudaktan öpülmeyi yadırgamaz hale gelebilir.

-Çocuklara sınırlar koymaktan, ev kurallarını öğretmekten ve onlara ev işi görevleri vermekten çekinmeyelim. Çünkü sınırlar çocukları korur ve erken yaşta iş paylaşımını ve kurallara uymayı öğrenen çocuklar, ileriki yaşlarda topluma uyum sağlamakta zorluk çekmez.

-Ve en önemlisi çocuklara hayır dedikleri için kızmayalım. Hayır diyebilen, soran, sorgulayan çocuk güçlü çocuktur.

-Ayrıca, çocuğun yetişkin gibi giydirilmesi, makyaj yapılması ya da tesettüre sokulması, üstelik bir de bu görüntülerin marifetmiş gibi sosyal medyada paylaşılması her açıdan bir “insanlık suçu”dur.

Her ne kadar karşılıklı suçlamalar bitmek bilmese de, çocuğa giydirilen topuklu ayakkabı, makyaj, yetişkin kıyafeti ile türban, peçe ve çarşaf arasında “İstismar” anlamında bir fark yoktur.

Adına “Dinin buyruğu” ya da “Çağdaşlık” denilmesi, küçücük bedenler üzerinde yapılan bu “terör”ü haklı kılmaz.

Diğer yandan bu tür fotoğrafları paylaşanlar (farkında olmasalar da) hem pedofili insanlar, hem de çocuk porno siteleri için sınırsız malzeme sunmuş oluyorlar.

Çocuklar kimsenin oyuncağı değildir.
Onları bu “yetişkin kadın gibi giydirme modası”na karşı korumak, özellikle devlet başta olmak üzere hepimizin görevidir.

Sağlıklı çocuk, sağlıklı toplum, sağlıklı gelecek demektir. Geleceğimizin karartılmasına izin vermeyelim.
TAMER DURSUN.

4 Haziran 2025 Çarşamba

NASIL KANSER OLUNUYOR?

NEDEN KANSER OLUYORUZ ? BU YAZIYI OKUDUKTAN SONRA DAHA İYİ ANLAYACAKSINIZ..!

NEDEN KANSERSİN.?

Hayatında hep şeker oldu. Çayı, kahveyi şekersiz içmedin. Kahvaltıya reçelsiz ve krem çikolatasız oturmadın. Beyaz pirinç ve ekmeğin şeker olduğunu unuttun. İçinde yüksek oranda fruktoz bulunan meyveleri kiloyla yedin. İçinde glukoz ve aspartam olan ürünler tükettin. Kolanın ve gazlı içeceklerin şeker ve zehir karışımı olduğunu bile bile içtin. Önce insülin direncin başladı sonra şeker hastası oldun, 150 kilo oldun ama durmadın.
Palm yağı, ayçiçek yağı, mısır özü yağı, margarin ve trans yağ içeren ürünleri kullandın. Tereyağı ve zeytinyağı tüketmedin ki organlarından biri iflas edene kadar bunları yedin.
Paketlenmiş hazır sıvı ve katı tüm ürünlerdeki koruyucu kimyasalların seni kanser edeceğini önemsemedin. Salçanı, makarnanı, turşunu hatta, limonu sıkıp limon suyunu bile kendin yapmadın. Hazır almak kolayına geldi. Pazardan nohutunu, fasülyeni bile almadın, bunları konserve satın almak yemek basitti.
İnsanlar 4000 yıldır misvak vb. doğal malzemelerle diş fırçalarken sen gittin 35 açılı sentetik diş fırçasını ağzına soktun. O da yetmedi; bildiğimiz çamaşır deterjanının şeker ve naneyle karıştırılmış şekli olan diş macunu ile hayat boyu diş fırçaladın ve bunun bir kısmını yuttuğunu göz ardı ettin. Bal ve karbonatın dişlerini tartarlardan bile temizlediğini bilmedin ve dişleri de o macunlarla çürüttün.
Çamaşır deterjanının ve yumuşatıcının vücut ısısı ile deri tarafından emildiğini ve deri kanserinin en büyük nedeni olduğunu umursamadın. Çamaşırlarını boraks ve karbonat karışımı ile yıkayıp yumuşatıcı gözüne elma sirkesi koyarak muhteşem bir temizlik elde edeceğini umursamadın.
Bulaşık makinesine deterjan ve parlatıcı koyduğunda, o deterjanı ve parlatıcıyı yediğini fark etmedin. Deterjan yerine karbonat, parlatıcı yerine sirke koyarak hem sağlıklı hem de tertemiz bulaşıkların olacağını önemsemedin.
Evde basitçe kostik ve zeytin yağını karıştırıp kalıplara dökmek ve kendi doğal sabununu yapmak dururken, gidip içerisinde bin tane kimyasal zehir olan o sabunlarla her sabah yüzünü bedenini yıkadın. Her gün bu daha da iyi diye pazarlanan o şampuan zehirleriyle saçını yıkadın.
Evini arap sabunu gibi doğal yağlarla üretilmiş bir sabun yerine, temiz olsun diye çamaşır suyuyla sildin. O su buharlaştıkça soludun ve akciğer kanseri oldun.
Karıncaları, böcekleri, sinekleri; limon karbonat fesleğen acı biber vb doğal yollarla evinden uzak tutmadın. Bastın böcek zehrini, o ağır kimyasalları temizlesen bile gitmez bunu unuttun. Soludun ve eşyaların üzerinden ellerinle ağzına soktun. (O kadar kandırıldın ki, böcek zehrine neden böcek ilacı dendiğini bile sormadın.)
Yaşamını mahveden büyük şehirde egzoz gazı solumaya ve araba kullanmaya devam ettin.

Resmen radyoaktif olan cep telefonunu kulağına 2 saat yapıştırdın. Radyoaktif olan wi-fi (kablosuz ağ) vericisini evin içine soktun, radyoaktif olan alıcı bilgisayarı da kucağından indirmedin. Yatarken cep telefonunu hep başucunda tuttun ama uçak moduna almayı aķıl etmedin.

Hem çocuğunun odasına hem de kendi yatak odana gece lambası koydun ve geceleri açık tuttun. Bağışıklık sisteminin gelişmesini ve kanserden korunmayı sağlayan melatonin hormonunun gece uyurken zifiri karanlıkta üretildiğini hiç duymadın ya da duydun ama boşverdin.
Doğal beslenmeyen hayvanları, sebzeleri, meyveleri ve tahılları yedin ve adına da “doğal beslenme” dedin
Üzerinde “organik” yazan her gıdayı gerçekten organik sandın bunlara normalden fazla para bile ödedin ama bir gıdanın gerçekten organik sayılabilmesi için gerekli standartlar nelerdir ve aldığın organik(!) ürün gerçekten de organik midir hiç merak edip araştırmadın incelemedin.
Yiyeceklerini cam ve toprak kaplarda saklamak ve pişirmek yerine çelik ve bilmediğin kaplamalarla kaplı kaplarda pişirdin yedin. En önemlisi de mutfağının her yerine plastik, teflon ve alüminyum soktun ve çizildikçe onları da yediğini unuttun.
Denize lağım ve fabrika atıkları boşaltırken o denizden çıkan balığı yedin, midyeleri yedin.
Fast food’un her aşamasının zehir ve ölümcül olduğu bas bas bağırılırken sen tepsi kadar pizzaları götürüyordun, üç katlı hamburgerleri yuvarlıyordun.
Evine naylon torba, naylon kıyafet, sentetik ayakkabılar terlikler soktun. Kıyafetlerinde sadece pamuk, bambu lifi, keten tercih etmedin.
Sobayı attın ve evine klimayı ve bilimum elektrikli ısıtıcıyı soktun.
Toprağa dokunmuyor ve stresten gülümsemeyi unutuyorsun.
Sonuç; sokaktaki her on kişiden üçü kanser. Sen de ya bu üç kişiden birisin ya da tüm bu saydıklarımı ısrarla yapmaya devam edersen, bir süre sonra dördüncüsü de sen olacaksın… Hadi seni geçtik de kardeşim, peki ya çocuğunun suçu ne?”

Kaynak: Dr. Taner Akman

SEVDİKLERİMİZ İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN LÜTFEN DUYARLI OLALIM,BU GÖNDERİYİ MUTLAKA PAYLAŞALIM...

3 Haziran 2025 Salı

BALKON KAPATMA VE YARGITAY KARARI

Yargıtay'dan cam balkon kararı: Apartmanda oturanları ilgilendiriyor

Yargıtay'dan cam balkon uygulamalarıyla ilgili emsal karar. Kat maliklerinin izni olmadan yapılan kapatmalar kaçak yapı sayılacak.

Son yıllarda balkonlarını camla kapatarak yaşam alanlarını genişletmek isteyen birçok apartman sakini, bu uygulamalar nedeniyle komşularıyla anlaşmazlık yaşayabiliyor. 

Yargıtay 18. Hukuk Dairesi'nin aldığı bir karar ise, bu konuda önemli bir hukuki zemini netleştirdi. Alınan kararla birlikte, cam balkon uygulamalarının nasıl değerlendirileceği konusunda yol haritası çizildi.


BALKONLAR ORTAK ALAN SAYILIYOR 

Balkonlar, binaların dış cephesine taşan ve genellikle ortak kullanım alanı olarak nitelendirilen bölümler arasında yer alıyor.

Bu nedenle bu alanlarda yapılacak her türlü değişiklik, iç mekan tadilatlarından farklı olarak özel izinlere tabi tutuluyor. Kat Mülkiyeti Kanunu’na göre, apartmanlarda yapılacak dış cephe değişiklikleri için tüm kat maliklerinin en az beşte dördünün yazılı onayı gerekiyor. Aksi halde yapılan müdahaleler, "kaçak yapı" statüsüne giriyor.

CAM BALKON DEĞİŞİKLİĞİ MAHKEMEYE TAŞINDI 

Yargıtay’ın kararına konu olan davada, bir apartman sakini, başka bir kat malikinin balkonunu projeye aykırı biçimde camla kapattığını ve bu durumun düzeltilmesini talep etti. Ancak ilk derece mahkemesi, balkonun daireye dahil edilmesinin ruhsata tabi olmadığı ve benzer uygulamaların diğer dairelerde de yapıldığı gerekçesiyle davayı reddetti.

YARGITAY'DAN AÇIK UYARI 

Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, bu kararı bozarak önemli bir değerlendirme yaptı. Kararda, cam balkonla kapatılan alanın yapısal bir değişiklik yarattığı ve bina bütünlüğünü etkilediği gerekçesiyle, bu işlemin diğer kat maliklerinin beşte dördünün yazılı izni olmadan yapılamayacağı vurgulandı.

PVC veya cam malzeme kullanılması, işlem ruhsata tabi olmasa bile durumu değiştirmiyor. Bu tür müdahalelerin “sabit eser” niteliği taşıdığı ve izinsiz yapılamayacağı belirtildi.

CAM BALKON YAPTIRMAK İSTEYENLER DİKKATLİ OLMALI 

Yargıtay’ın bu kararı, cam balkon uygulaması yaptırmak isteyen apartman sakinleri için bağlayıcı nitelikte. Ortak alanda yapılacak her türlü müdahalenin hukuki zemine oturtulması gerektiği ve komşuların büyük çoğunluğunun yazılı izninin alınmasının zorunlu olduğu net bir şekilde ifade ediliyor.

Aksi takdirde, yapılan işlem kaçak yapı sayılarak, eski haline getirilmesi gerekebilir.

Alıntıdır. 

 



30 Mayıs 2025 Cuma

BİR AVUÇ YER !

Dünyadan ne kadar yer kalacak?”

Tolstoy’un hikâyesinde, fakir bir köylü cömertliğiyle bilinen bir kraldan toprak ister.
Kral der ki:
“Sabah güneş doğarken yola çık. Akşama kadar yürüdüğün tüm arazi senin olacak. Ama bir şartla: Güneş batmadan başladığın yere dönmelisin. Dönemezsen hiçbir şey alamazsın.”

Köylü sevinçle kabul eder. Sabah yola koyulur. Sulak araziler, meyve bahçeleri, pınarlarla dolu verimli topraklar görür. “Ah Ya Rab, ne güzel yerler!” diyerek durmadan ilerler.
Fakat bir an döner ve güneşin batmak üzere olduğunu fark eder!
“Yetişemezsem hepsi boşa gider!” diyerek koşmaya başlar.
Koşar, koşar, tam başladığı yere ulaşır… ama oracıkta düşüp can verir.

Kral, onun için bir mezar kazdırır. Bir çubukla toprağı işaret eder ve der ki:
“İnsana dünyada kalan yer işte bu kadar.”

28 Mayıs 2025 Çarşamba

YOL HİPNOZU

YOL HİPNOZU NEDİR ?

Yol hipnozu çoğu sürücünün bilmediği ve farkında olmadığı bir fiziksel durumdur.

Yola çıktınız 2.5 saat sonra yol hipnozu başlar , hipnoz olan sürücünün gözleri açıktır .

Ancak gözün gördüğünü beyin kayıt etmez , analiz etmez .

Yol kenarında duran araca veya önde giden TIR' a arkadan çarpma kazalarının bir numara sebebi YOL HİPNOZU dur .

YOL HİPNOZU olan sürücü çarpma anına kadar son 15 dakika hiçbişey hatırlamaz .

Kaç km hızla gittiğinin , önündeki aracın hızını analiz edemez , genellikle çarpışma 140 km ve daha üzeridir .

YOL HİPNOZU 'ndan korunmak için 2-2.5 saate 15 -30 dakika durmak hava almak , kahve içmek gerekir .

Yol hipnozu uzun yolda 4. Saate zirve yapar . Film tamamen kopmuş olur.

Yolda giderken belli yer ve araçları not edip hatırlamak yapmak gerekir .

Son 15 dakika hiçbişey hatırlamıyorsan kendini ve yolcuları ölüme götürüyorsun demektir .

Bu Hipnoz gece daha çok olur ve yolcular da uyuyor ise durum çok vahim olur .

Sürücü her 2.5 saate durmalı ve dinlenmeli , zihni sürekli açık olmalıdır .

Gözler açık fakat zihin kapalı ise , ya ölürsün , ya yaralı veya maddi hasarlı.

24 Mayıs 2025 Cumartesi

ANNELER - MOTHERS

“Cennet annelerin ayakları altındadır.” mealindeki hadisin ifadesi, bütün annelerin cennete gideceği anlamına gelmez. Burada annelerden çok, evlatların annelerine karşı göstermeleri gereken saygıya işaret edilmektedir. Bu anlamda, Allah’ın emirlerine aykırı olmadığı sürece, bütün annelere itaat etmek, saygı göstermek, cennetin önemli bir anahtarıdır ve bu anlamda cennet bütün annelerin ayakları altındadır.



Nitekim, Lokman suresinde Allah şöyle buyurmaktadır:

“Biz insana, anne ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye ettik. Annesi zayıflık üstüne zayıflık çekerek onu (karnında) taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (Onun için biz insana): 'Bana ve anne-babana şükret.' diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş, ancak banadır."

"Eğer anne ve baban, bilmediğin bir şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa, onlara itâat etme. Ancak onlarla dünyâda iyi geçin. Bana yönelenlerin yolunu tut. Sonunda dönüşünüz yalnız banadır. O zaman ben size, yaptıklarınızı haber vereceğim.” (Lokman, 31/14-15).



22 Mayıs 2025 Perşembe

ŞAİR VE KADIN

KERAMET SENDE OLSAYDI...

Bir adam çok sevdiği kadına şiirler yazıyordu.
Sonra o kadın ansızın onu terk etti.      
Adam kadının ardından şiirler yazmaya 
devam etti.
Daha çok yazdı. 
Ve günün birinde çok ünlü bir şair oldu.
Yıllar sonra kadının yaşadığı kente gitti 
ve büyük bir şir dinletisi sundu.
Dinleti bittiğinde uğruna şiirler yazılan kadın kolunda kocası ile çıkışa geldi ve adama "merhaba" dedi.
Adam ona sıradan bir insana bakar gibi baktı.
Kadın, "beni tanımadın mı" dedi.
Adam, "hayır tanımadım" dedi.
Nasıl tanımazsın!
Uğruna şiirler yazdığın kadınım ben; 
Seni şair yapan kadın...
Adam kadının gözlerine baktı ve şöyle dedi.
“Keramet sende olsaydı, o koluna taktığın
 adam da şair olurdu..

Pablo NERUDA 

Şiir gibi bakan ADAM’lar 
şiirden anlayan KADIN’ları sevmeli.
Sevmeli ki, ziyan olmasın mısralar..

15 Mayıs 2025 Perşembe

PEJOYU BİLEN VAR MI?

"SEN PEJOYU BİLİYON MU?"

Adamın biri, Peugeot (Pejo) marka bir minibüs alır.
Sonraki gün yolcu taşımaya çıkar. Minibüs tıklım tıklım, tutar kasabanın yolunu ve gittikçe hızlanır.
Yolculardan biri:
-Kaptan yavaş... Bir yere çarpacaz! der.
Şoför:
-Sen Pejo'yu biliyon mu? der.
Yolcu:
-Hayır! der.
Şoför:
-O zaman susacan, der ve devam eder.
Minibüs hızlanmaya devam eder.
Bir yolcu daha seslenir:
-Oğlum ben hastayım, biraz yavaş!
Şoför yine sorar:
-Sen Pejo'yu biliyon mu?
Amca ne bilsin...
-Hayır! der.
-O zaman susacan! der, şoför...
Bu kez bir kadın seslenir:
-Hamileyim! Lütfen biraz yavaş, çocuğumu düşürcem!!!
Şoför yine sorar:
-Sen Pejo'yu biliyon mu?
Kadın:
-Yok! der.
Şoför yine aynı cevabı verir.
Arkadan kızgın bir ses tonuyla bir genç seslenir:
-Yavaş git kardeşim, öldürcen bizi!!!
Şoför yine sorar:
-Sen Pejo'yu biliyon mu?
Genç:
-Biliyorum lan, ne olacak? der.
Şoför:
-O zaman çabuk söyle, bunun freni nerde?

14 Mayıs 2025 Çarşamba

NOTALAR VE MUCİDİ


Müzik sembolleri... 
"Guido D'AREZZO (990-1050), eşsiz zihni müzik notaları yapan kişidir. İşitme duyumuzu koordine etmek için sadece yedi sembol icat etmekle kalmıyor, aynı zamanda tamamen yeni bir ses alfabesi yaratıyor. 
D'arezzo, Orta Çağ müziğinin en büyük teorisyenlerinden biridir. İtalya'da doğdu ve Ferrara yakınlarındaki Pompoz'daki Benedictine Manastırı'nda eğitim gördü. 
Çalışmaları sırasında keşiş, şarkıcıların ayinle ilgili ilahileri ezberlemenin ne kadar zor olduğunu fark eder. 
Bu nedenle, müzisyenlerin doğru tonlara yöneldiği bir müzikal işaret sistemi ile ortaya çıkıyor. 
Notalar, her biri başlangıçta bir harfle işaretlenmiş belirli bir tonla eşleşen dört paralel çizgi üzerinde tasvir edilmiştir. 
O zamanlar kare bir görünümü vardı, ama bugün zaten beş paralel çizgi var ve şekilleri oval. 
Guido’nun dizileri “Ut queant laxis” ilahisinin ilk dizesinin ilk heceleriyle adlandırıldı:

( “ut-re-mi-fa-sol-la..”. ‘Ut’ sonraları ‘do’ olarak değiştirildi ve ‘ti’ adlı yeni bir nota eklendi. Solfej olarak bilinen bu sistem hâlâ kullanılmaktadır. ‘Si’ notası hariç, diğer notaların isim babası Guido’dur.)

Daha yüksek olanlar daha yüksek çizgilerde işaretlendi ve yedi notanın her birinde Guido bir isim verdi: ut, re, mi, fa, sol, la, si. Bunlar, Vaftizci Aziz John'un marşının ilk heceleriydi:

UT queant laxis
REsonare fibris
MIra gestorum
FAmuli tuorum
SOLve polluti
LAbii reatum
Sancte Ioannes.

çevrildiklerinde, bunların  anlamına gelir:

Do-Dominus- (Rab)
Re - Rerum- (Madde)
Miraculum - (Mucize)
FA-Familias Planetarium- (yedi gezegen, yani. Güneş sistemi)
Solis-Solis- ( Güneş)
La Lactea Via- (Samanyolu)
Si-Siderae (Cennettir.)

Tanrı bize müzikle konuşuyor mu yoksa müzik Tanrı'dan bahsediyor mu? 
Bu sanatın ilahi kökeninin gizemi büyüktür. 
Guido D'AREZZO, notları yazarken 33 yaşında olduğunu ve başlangıçta kilise müziğini yapan müzisyenleri kolaylaştırmak için müzikal işaretler yaratıldığını söylüyor.
D'arezzo'nun notaları, kendimizi müzikle geliştirmemize yardımcı olan dildir.
 Bu, insanlar arasında iletişim kurmanın en iyi yollarından biridir. Sürekli değişen ve gelişen, ancak binlerce yıl önce olduğu kadar büyüleyici olan bir dil."
Alıntıdır.

8 Mayıs 2025 Perşembe

ÇENGELLİ İĞNE KAÇ YAŞINDA

Bazı fikirler doğar ve ilk andan itibaren tamamlanır. Onarıma, daha fazla geliştirmeye, modernizasyona ihtiyaçları yoktur.
Oldukları gibi kalırlar.

Bunun mükemmel bir örneği 1849 yılında Walter Hunt tarafından icat edilen çengelli emniyet iğnesidir.
Basit bir metal parçası, zekice bir şekilde bükülmüş ve 170 yıldan fazladır neredeyse değişmemiştir.

Mesele her zaman karmaşıklık ya da sürekli yenilik değildir.
Bazen bir fikrin büyüklüğü, en başından itibaren en iyi fonksiyon ve şeklini birleştirdiği için değiştirilmeye gerek olmaması gerçeğinde yatar.

5 Mayıs 2025 Pazartesi

Seçim ve Eğitim...

Bir dişi kartal, yavrularının babasını nasıl seçer?
Önüne gelen ilk kartalı seçmez. Onu sınar.

Bir ağaçtan bir dal koparır, gökyüzüne yükselir ve daireler çizmeye başlar.
Etrafında erkek kartallar uçarak onu etkilemeye çalışır.
Birden dalı bırakır.

Ve sınav başlar.
Erkek kartallardan biri dalışa geçer, dalı havada yakalar ve onu nazikçe — gagasını onun gagasına değdirerek — geri verir.
Dişi kartal tekrar bırakır.
Yine ve yeniden.
Eğer her seferinde erkek kartal onu kusursuz şekilde yakalamayı başarırsa — ancak o zaman onu seçer.
Çünkü bir gün, bu erkek kartal çok daha değerli bir şeyi — düşmekte olan yavrularını — yakalamak zorunda kalacaktır.

Birliktelikten sonra çift, yüksek bir kayalığın üzerine sağlam dallardan oluşan bir yuva yapar.
Daha sonra, kendi vücutlarından tüyler kopararak yuvanın içini yumuşacık yaparlar.
İşte dişi kartal yumurtalarını buraya bırakır.

Yavrular doğduğunda, anne ve baba kartal onları kanatlarıyla örter, besler, güneşten ve yağmurdan korurlar.
Yavrular büyür, güçlenir, tüyleri çıkmaya başlar.
Esnemeyi, dengede durmayı, vücutlarının altındaki rüzgârı hissetmeyi öğrenirler.

Ve sonra… asıl ders başlar.
Baba kartal yuvayı bozmaya başlar.
Kanatlarıyla dalları sallar, yumuşak tüyleri söküp atar — geriye sadece sert çubuklar kalır.
Rahat yuva artık huzursuz bir yer olmuştur.

Yavrular anlamaz.
Neden bir zamanlar onları seven anne babaları artık uzak durur?
Neden artık yiyecek getirmezler?

Anne kartal biraz uzağa konar, gagasında taze bir balıkla.
Yavaşça yemeye başlar — ama yavruların erişemeyeceği bir mesafede.
Yavrular çığlık atar, çağırır… ama kimse gelmez.

Ve işte o zaman olur:
Yavrular kıpırdanır, zorlanarak yuvadan çıkmaya başlar.

Bir tanesi dengesini kaybeder, düşer.
Kayalıklardan aşağıya savrulur.

Ama yere çakılmadan önce, dalı havada yakalayan o baba kartal yıldırım gibi dalışa geçer ve onu sırtında yakalar.
Yuvaya geri getirir.

Ve bu alıştırma tekrar eder.
Yeniden.
Yeniden.

Ta ki bir gün, düşerken yavru kartal kanatlarını açıp rüzgârı yakalayana ve uçana kadar.

İşte o zaman, anne ve baba onu balık tutulan nehirleri keşfetmeye götürür.
Artık yemeği onun gagasına vermezler.
Kendi başına nasıl hayatta kalacağını öğretirler.

Kartallar yavrularını böyle büyütür:
Evet, sevgiyle — ama aynı zamanda sınavla, cesaretle ve bilgelikle.

Çünkü anne, çocuklarının yere çakılmasına asla izin vermeyecek bir eş seçmiştir.
Çünkü kartal yavruları uçmayı öğrenmek zorundadır — hayatları boyunca yuvada kalmak için değil.

Ve belki de…
Belki bizlerin de kartaldan öğreneceği bir şey vardır:
Sevgi, eğitim ve sevdiklerimizi uçmayı öğretme sanatı hakkında.

26 Nisan 2025 Cumartesi

KATMA DEĞER

Bu bir 1.000 Gramlık, 
yani net 1 Kg ağırlığında bir saf demir külçedir. 

Ham olarak satarsanız, yurt dışına ihraç ederseniz, değeri 10 dolar civarındadır.

Eğer bu saf Demir külçeden 
At nalı yapmaya karar verir, satarsanız, yurtdışına ihraç ederseniz değeri 250 dolara çıkar.

Bunun yerine dikiş iğnesi yapmaya karar verir satarsanız, yurtdışına ihraç ederseniz, değeri yaklaşık 7.000 dolara çıkar.

Saat yayları ve dişlileri üretip satmaya, ihraç etmeye karar verirseniz değeri yaklaşık 2 Milyon Dolara çıkar.

Ancak yine de, litografide kullanılanlar gibi hassas lazer bileşenleri üretmeye satmaya, ihraç etmeye karar verirseniz, bunun değeri 25 Milyon Dolar olacaktır.

İşte "Katma Değer" denilen kavram budur.

Yeraltı madenlerinin işletilmeden ham olarak ihraç edilmesinin memleket için başarılı bir ticaret olduğunu söyleyenleri bir de bu paylaşımı anladıktan sonra değerlendirin, yorumlayın şimdi isterseniz.

Alıntıdır

25 Nisan 2025 Cuma

Alzheimer & Alimünyum

Biz çocukken, evde bakır kaplarda pişerdi yemekler. Arada bir kapı önünden geçen “kalaycı”lar, bakır kapları kalaylardı. Yemekler de bu kalaylanmış kaplarda pişerdi. Sonra birden alüminyum furyası çıktı!. Herkes bakır kaplarını satıp evi alüminyum kaplarla doldurmaya başladı… Büyük kolaylıktı. Hafifti, ucuzdu, kalaylanma derdi yoktu!. Yıllar yılı alüminyum kaplarda pişmiş yemeklerle beslendi beyinlerimiz. Derken çelik kaplar, teflon tencereler çıktı yakın yıllarda.
Ve atıldı ortaya bir yeni keşif! “Alzheimer” yani ALÜMİNYUM hastalığı!
Bu hastalığa yakalananların beyin hücrelerinde normalin 4 katına kadar alüminyum fazlalığı tespit oldu 1989 da… Özellikle, beynin hafızayla alâkalı hippocampus bölgesindeki hücrelerde bu birikim çok fazla olarak bulundu. İnsanların farkında olmadan gıda ve diğer yollarla aldıkları fazla alüminyum beyni iflasa sürüklüyordu.
İsimleri, yerleri, kişileri hatırlamaz hâle getiriyordu “ALZHEİMER” hastalığı. Ve bunda, kullanılan alüminyum kapların etkisi çok büyük!Yapılan araştırmalara göre, normal kapta pişen domatesteki alüminyum oranı, alüminyum kapta piştiğinde yüzde yüze yakın artıyordu.
Şimdi alüminyum tencereler kullanılmıyor pek ama tehlike geçti mi?
Bu defa da en başta alüminyum “kutu”larda saklanan, içilen konserve ve meşrubat türü gıdalar çıktı karşımıza. Bunların yanı sıra vücuda alınan bazı ilaçlara da dikkat edilmeli sanırım. Meselâ, stresli toplumlar sürekli mide yanmalarına karşı antiasid almaya başladılar. Ki alınan antiasid hap veya şurupların pek çoğunda yoğun miktarda alüminyum hydroxid ve alüminyum tuzları bulunmakta. Yanı sıra ishal kesici (antidiarrheal) haplar dahi alüminyumlu maddeler ihtiva etmekte. Bir kısım ağrı kesici aspirinler, kepek olmasını önleyici bazı şampuanlar, bazı
deodorantlar, hep beynimizin belâsı alüminyumu ihtiva etmekte…
Bilmem alüminyumlu nesnelerden uzak durmamız gerektiğini yeterince anlatabildim mi?.Yanı sıra kesinlikle LIGHT ve DIET yazan yenecek ve içeceklerden uzak durmak gerekiyor…Rafine beyaz şeker ise beyni “turn-OFF” yapan (çalışmasını durduran) madde olarak adlandırılıyor.

Prof. Dr. Turan GÜVEN

İstanbul Türkiye Boğaziçi

https://youtube.com/watch?v=uLHA877JYNc&feature=shared

1 Nisan 2025 Salı

RIDVAN HOCA

CUMA NAMAZINI KILDIRMAYAN İMAM, 


Takvim yaprakları 1919’u gösteriyor. Kahramanmaraş düşman tarafından işgal altında, halk perişan. Fransız General işgali kutlamak için bir gece Kahramanmaraş’ta bir balo düzenler. Baloya herkesi ve özellikle Ermenileri de davet eder.

Baloya çok güzel bir ermeni kızı gelmiştir. Fransız general ermeni kızını gözüne kestirir ve kızı dansa davet eder. Fakat Ermeni kızı: “Kaledeki Türk Bayrağı inmedikçe sizinle dans edemem” deyip generalin teklifini geri çevirir.

Bunun üzerine General askerlerine: “Kaledeki o bez parçasını indirin” diye alçakça bir emir verir. Ertesi gün Cuma günü, Maraşlılar kaledeki Türk Bayrağı’nın indirilip yerine Fransız bayrağının asıldığını görürler.

Maraş halkı üzgün ve çaresizdir. Derken Cuma ezanı okunur ve halk Ulu Cami’de toplanır. Sinirler gergin, herkesin morali çok bozuktur. Cami’nin İmamı Rıdvan Hoca Cuma Hutbesi için minbere çıkar ve cemaatin şaşkın bakışları arasında Türk Bayrağını eline alıp şöyle der:

“—Ey Cemaat, minbere Cuma Hutbesi için çıkmadım, bilesiniz. Cuma namazı hür insanlar için farzdır. Kalesinde kendi bayrağı dalgalanmayan bir memlekette Cuma Namazı kılınmaz. Önce bayrağımızı yeniden dalgalandıralım sonra namazımızı kılarız.” der.

Bir anda camide tekbir sesleri yükselir. Halk bu duygu ve cesaretle kaleye hücum eder. Fransız askerleri korkudan ne yapacağını şaşırır ve bayrağımız tekbir sesleriyle yeniden göndere çekilir. Halk o gün Cuma Namazını kalenin burcunda kılar.

Tamamen gerçek olan bu olay sayesinde halkın milli bilinci uyanmış “Silah gücüyle inen bayrağımız, yeniden göderde dalgalandırılmıştır.”

Ulu Cami imamı Rıdvan Hoca’nın ”—Maraş bize mezar olmadan düşmana gülizar olmaz. Kalesinde Türk Bayrağı dalgalanmayan ülkede Cuma Namazı kılınmaz” sözü tarihe altın harflerle kazınmıştır.

Maraş, Türk için işte bu yüzden çok değerlidir ve KAHRAMANMARAŞ ünvanını almıştır…

20 Mart 2025 Perşembe

NE OLMAK İSTEMELİ....

Robert De Niro bir gün şöyle demiş: 
Eğer bir şey olmak istiyorsanız, Doğru ve Güzel insan olun.
O kulvarda pek yarış yok.
Ve eklemiş 
Daha fazla “sevgiliye” sahip olmak sizi daha erkeksi yapmaz. Daha fazla “erkek arkadaş” edinmek sizi daha güzel kılmaz. Pahalı şeyler sadece ‘ucuz’ insanları çeker. Ve bu arada gençlik geçer. Güzellik de öyle. Geride kalan tek şey karakterdir.

Kadınlar, topuklu ayakkabı ve kısa etek giyen herkes olabilir; erkekler, pahalı takım elbiseler ve ayakkabılar giyen herkes olabilir. Ama aslında gerçek kadınlar ve gerçek erkekler, zihinlerini, ruhlarını ve karakterlerini ‘giyinenlerdir.’ Ne istediklerini bilirler ve asıl zarafetleri tavırlarında gizlidir.

Hayatınızı “ucuz” duygularla harcamayın. Çocuklarımıza, bir arabanın başarı göstergesi olmadığını ve yürüyerek gitmenin yoksulluk anlamına gelmediğini öğretmeliyiz.

19 Mart 2025 Çarşamba

ZEHİRLİ TOPUK DİKENİ

ZEHİRLİ TOPUK DİKENİ 🇹🇷 ÇANAKKALE 

Yemyeşil ormanların içinden dağdan tertemiz sular akan Şirin bir Anadolu köyünde dünyaya gözlerimi açtım. Babam, amcalarım onlardan önce de dedelerim askere alınmış, vatan topraklarını savunmak İçin arkalarında bıraktıkları aileleriyle helalleşip, hiç düşünmeden cepheye koşmuşlar. Gidenler geri gelmemiş, uzun süre haber alınamamış, günün birinde köy muhtarı şehit haberlerini getirmiş.

Bir büyük amcam sağ bacağı kesik, Gazi olarak dönmüş baba topraklarına ben doğmadan önce de vefat etmiş. Ninem onun kahramanlıklarını ve düşmanla göğüs göğüse nasıl çarpıştığını masal gibi anlatırdı bana. Ben bu öykülerle büyüdüm ve gerektiği zaman canımı bu kutsal vatan toprakları uğruna feda etmeye çocuk yaşımda Yemin ettim. Namert düşmana çiğnetmeyecektim topraklarımızı, asker doğdum ben, asker olarak büyüdüm. 

Yaşım onaltı olunca askere alındım, ne korktum ne de yaşım küçük diye endişe ettim. Ninem elime kına yaktı beni yolcu etmeden evvelki akşam, sabah dualarla yolcu ettiler beni ve benim yaşımdakileri... Babalarımız cepheden dönmemişti ve onlardan habersizdik. Günlerce piyade yol aldık. Köyden o güne kadar uzaklaşmamıştım, yürüdükçe başka köyler gördüm yanmış, yıkılmış, düşmanın pis çizmesi altında ezilmiş. Daha bir hınçla doldum, adımlarımı daha bir sert vurdum toprağa, “bu topraklar bizim” diye haykırdık yürürken. Günler sonra köylerden temin ettiğimiz eşeklerle yol alıp ucu bucağı gözükmeyen canlı bir su kaynağına geldik, neredeyse bizim civar köyleri de içine alacak bir hareketli su vardı önümüzde. Rengi masmavi, su sesi kulaklarda yankılanan, kıyılara vuran köpükleriyle ihtişamlı görünüyordu. O güne kadar dereler dışında bu kadar suyu bir arada görmemiştim. Deniz olduğunu söylediler duymuştum belki anlatılanlardan fakat duymak ve görmek farklıydı.
Sandallarla bizi karşı kıyıya geçirdiler, dalgalara elimle dokundum ve suyun tadına baktım tuzluydu, kimse bana deniz tuzlu dememişti, masmavi suların içinde kendimi su kuşu gibi hissettim, deniz çok güzeldi ve bu güzellikler benim vatanımsa kimse benden alamazdı.

Yolda analarımızın bize azık verdiği peksimetlere çökelekleri katık edip yemiştik, cepheye yaklaştıkça top sesleleri geliyordu aklıma Ramazan ayında atılan toplar geldi ve karnımın çok aç olduğunu karnımdan gelen gurultularla hissettim. Onbeş kişiydik aynı yaşlarda birden kendimizi cephede bulduk. Aklımıza korku gelmeden siperlere aldılar bizi ateş etmeyi biliyorduk, bizim oralarda herkes tüfek kullanmayı bilir, iyi atıcıdır. Tozlu arpa çorbası çeyrek somunla yarı aç yarı tok günlerce siperlerde yattık.

Geleni alnının ortasından vuracak kadar iyi atıcıydım, düşmanın pis bedenini kutsal topraklara serdiğim zaman içimi hınç doldurdu. Göğüs göğüse süngü ile savaşacağımız Zaman siperlerden çıktık, ayağımda ninemin diktiği çarık vardı, bastığım topraktan ayağıma batan çivi benzeri bir metal canımı yaktı, bedenimi uyuşturdu ve beni kutsal toprağıma serdi, gözlerim usulca kapandı. Komutanın sesini işittim “dikkat edin Arslanlar’ım, düşman havadan zehirli topuk dikeni atmış! Dikkat edin üzerine basmayın ölürsünüz!”

Ben işgal kuvvetlerinin havadan attığı zehirli topuk dikeniyle öldüm. Bu bir savaş suçuymuş aslında fakat onlar zaten ülkemi işgal ederek suç işlemişlerdi. Birde bizi insan yerine koymadıklarını söyleme cüretini göstermişler. Onaltı yaşımda binlerce çocuk gibi vatanım İçin öldüm ve destan yazdım. Çanakkale destanı yazıldı, Çanakkale geçilmez oldu düşmana. Kurtuluş Savaşını Unutmayın/unutturmayın 
bizi ve neden canımızı verdiğimizi.
Biz sizler bugün özgür yaşayın diye öldük.... UNUTMAYIN.. özgürlüğünüzden vaz geçmeyin...

 Alıntı😥