Translate

31 Aralık 2024 Salı

KAMONDO MERDİVENLRİ

KAMONDO MERDİVENLRİ 1850'li yıllarda yapılan merdivenler, Osmanlı İmparatorluğu'nun en önemli banker ailelerinden biri olan, Sefarad Yahudileri'nden Kamondo Ailesi tarafından Abraham Salomon Kamondo adına yaptırılmıştır.[1] Merdivenlerin yapıldı dönemde Banker Sokağı da, Fransızca Rue Camondo (Türkçe: Kamondo Caddesi) olarak bilinmekteydi.

Neobarok ve erken Art Nouveau üsluplarının bir karışımı olarak tasarlanan saç örgüsünü andıran merdiven, Camondo'nun evinden yürüyerek iş yerinin bulunduğu Bankalar Caddesi'ne ulaşması ve yine Avusturya Lisesi'nde okuyan çocuklarının da okula rahat gidebilmeleri için kestirme bir yol olarak inşa edilmiştir. Altıgen şeklinin, çocuklarının kaymaları halinde basamaklardan aşağıya düşmelerini önlemek için tasarlandığı düşünülmektedir.[2]

30 Aralık 2024 Pazartesi

KAŞAR

KAŞAR...

Kaşer peyniri Selanik'te bir tesadüf eseri olarak Raşel isminde bir Yahudi kızı tarafından bulunmuştur.
 Babası büyük bir beyaz peynir yapıcısı olan Raşel, bir gün beyaz peynir için hazırlanan büyükçe bir teleme kitlesini kaza ile içinde kaynar su bulunan kazana düşürmüş ve bunu çıkarıncaya kadar teleme kitlesi erircesine yumuşamıştır. 

Raşel, telâşla bu haşlanmış teleme kitlesini tesadüfen tezgâh üzerinde bulunan bir yoğurt karavanasına koyup sıkıca bastırarak içinde hava kalmayacak şekilde kalıplamış ve üzerini örterek ihtimara, öz türk-çe deyimle bir nevi ekşiyip olgunlaşmaya bırakmıştır. 

Raşel, böylece beyaz peynirden daha lezzetli ve boyasız, tabii bir şekilde sarı renkli bir peynir elde edince durumu babasına bildirmiş ve başına gelenleri anlatmıştır. 
Babası da, elde edilen bu yeni peynir çeşidini pek beğenmiş ve bir parçasını alıp hahama götürmüştür. 

Musevî dininde yenilip içilecek maddelerin haham tarafından muayenesi ve onun yenmeye veya içilmeye elverişli olup olmadığı kararını vermesi gerekir. Yenilip içilmeye elverişli ise (Kaşer), değil ise (Turfa) hükmü verilir. 

Bugün bile Musevî dükkân ve kasaplarında satılan yiyecek maddelerinde bilhassa tavuk ve etlerde haham tarafından vurulmuş (Kaşer) damgası vardır. Mutaassıp Museviler bu damgayı görmedikçe tavuk ve et yemezler.
Alıntıdır. 

27 Aralık 2024 Cuma

V İ D A...

Arşimet vidası, sıvıları kaldırmanın kolay bir yolunu bulmak olan antik çağın en büyük pratik sorunlarından birini çözdü. 
Arşimet bu operasyonun göreceli basitlikle gerçekleştirilmesine izin veren bir makine yarattı: Arşimet vidası. 
Makina büyük bir vidadan oluşup tüp içine konulmaktadır kaynaklı su geçirmez olması gerekmez. 
Tüpün alt kısmı sıvının içine daldırılır ve vidayı döndürerek her basamak spiral boyunca yükseltilen belirli bir miktar maddenin üst kısmından çıkıp depolama havzasına boşalmak üzere toplanır.

Dönme enerjisi bir sapla, hayvanlar, yel değirmeni pervaneleri veya tarım traktörleri ile sağlanabilir. Arşimet vida, Diodorus Siculus ve Athenaeus'un ifadelerine dayanarak Arşimet'e atfedilir. 
Ancak son çalışmalar, Babil'in asma bahçelerini sulamada kullanıldığı düşünüldüğü için Arşimet'ten önce icat edilmiş olabileceğini gösteriyor. Arşimet, Mısır'da İskenderiye'de kaldığı süre boyunca vida üzerinde çalışmış olabilir ve bu nedenle Orta Doğu ülkesinde bilinen bir enstrümanı İtalya'ya ithal etmiş olabilir. Arşimet'in çalışmalarının bilim tarihi üzerinde önemli bir etkisi vardır, hem antik çağda, hem gösterilerinin sertliği bir model olarak alındığında, hem de Rönesans'ta, sürümlerde veya orijinal metinde yayınlanan eserleri, kuranlar için büyük ilgi konusu olur Modern deneysel bilim. Galileo Galilei, Le Meccaniche eserinde Arşimet'in vidasını alır: "Arşimet'in vidasını suyu çıkarmak için" pasajında, nasıl çalıştığını gösterir.
 “Bu yerde Arşimet’in vida ile su yükseltme icadı bana sessizlikle geçilmeli gibi gelmiyor: bu sadece harikulade değil, aynı zamanda mucizevidir; çünkü suyun asmada yükseldiğini, sürekli indiğini göreceğiz... “

Bugün bile Arşimet vidası katı, sıvı ve gaz hallerindeki maddeleri kaldırmak için çeşitli bağlamlarda kullanılır.

23 Aralık 2024 Pazartesi

Aaron Swartz İNTERNET DAHİSİ

21. yüzyılın en büyük bilgisayar dahisi ve aktivist Aaron Swartz, ailesini ve çalıştığı ekip arkadaşlarını hayran bırakacak kadar derin bir bilgisayar zekasına sahipti.

Birçok büyük yazılım firmasında çalıştı. Küçük yaşlardan itibaren yetişkinleri şaşkına çevirecek programlar yazdı. Ancak tüm bunların dışında Aaron Swartz önemli bir eylemciydi. Aaron Swartz, bilginin herkes için erişilebilir olması gerektiğini savunuyordu. Bu sebepten dolayı başı beladan kurtulmadı.

Aaron Swartz, 8 Kasım 1986’da Chicago’da doğdu. Küçüklüğünden beri de ailesini şaşırtmayı başardı. Diğer çocukların aksine o, parkta salıncakta sallanmaktan ya da top oynamaktan zevk almıyordu.

Küçüklüğünden beri tek eğlencesi vardı. Babasının masaüstü bilgisayarından programlama yapmak.

Küçük Swartz, 3 yaşındayken kendi çabalarıyla okuma ve yazmayı sökmüştü. Kardeşi Noah Swartz’ın söylediğine göre Aaron, programlamayla yapacaklarının sınırının olmadığı fikrindeydi. Bu yüzden bilgisayar başında geçirdiği saatlerden zevk alıyor ve kod yazmaktan asla sıkılmıyordu.

Sadece 12 yaşındayken Aaron Swartz, bugün kullandığımız Vikipedi’nin ilham kaynağı ve atası olan TheInfo adlı siteyi tek başına kodladı.

Küçük Dahi 13 yaşında internet besleme teknolojisi olan RSS üzerine çalışmaya başladı. Swartz, aynı teknoloji üzerinde çalışan bir ekibe dahil oldu. 1 yıl gibi kısa bir süre zarfında ekibin en önemli üyesi olmuştu bile. 1 yıllık iş arkadaşlarını merak eden ekip, tanışmak için Aaron Swartz’ı yüz yüze görüşmeye çağırdı. Ancak hiç beklemedikleri bir yanıt aldılar.

Aaron Swartz 14 yaşına yeni girdiğini ve annesinin izin vereceğini sanmadığını söyledi. Bu cevap üstüne şok olan ekip Aaron Swartz’ı daha fazla merak etti ve ailesiyle görüşerek onu San Francisco’ya çağırdı.

San Francisco’ya gittikten sonra Aaron Swartz’ın yazılım kariyeri resmi olarak başlamıştı. Telif hakları konusu Aaron Swartz’ın canını fazlaca sıkıyordu. O, bilginin herkes tarafından erişilebilir olmasını savunuyordu.

Ona göre okul vakit kaybıydı. Öğretmenlerin otoriter ve kontrolcü davrandıklarını ama onların da ne yaptığını bilmediğini söylüyordu. Ödevlerin veriliş amacının olmadığından bahsediyordu.

Aaron Swartz’ın okulu bırakmasının bir nedeni daha vardı; özenle çalıştığı projelerine daha fazla zaman ayırabilmek. Bu projelerden birini bugün hepimiz biliyoruz. Dünyada en fazla kullanılan forum sitesi Reddit.
***

Üniversitelerin bilgi kaynaklarının halktan saklanmasına fazlasıyla sinirleniyordu. Bu yüzden, bu konuda çalışmalar yapmaya başladı. Fakat, internetin öz evladı dahi Aaron Swartz’ın sonunu getiren de bu olacaktı.

Aaron Swartz, Tim Berners Lee’nin büyük hayranıydı. Tim Berners Lee, onun gözünde adeta bir kahraman ve idoldü. Çünkü, parayla satsa milyar dolarlar kazanabileceği hizmetini ücretsiz sunarak binlerce insanın bilgiye erişimini kolaylaştırmıştı.

Aaron Swartz da bu olaydan hayranlıkla kendi projesini geliştirmeye başladı.

Aaron’un projesinin adı OpenLibrary idi. Siteden çok bir veri tabanıydı aslında. Bu site, bütün kitapların bulunduğu bir kütüphaneden eserlerin incelemelerine, bilgilerine ve genel içeriklerine kadar birçok ayrıntıyı halka sunuyordu.

Swartz, Amerika’daki yüzbinlerce kitabı, insanlara kolay bir şekilde ulaşılabilir yapmaya çabaladı. Tüm insanları bilgiye daha rahat erişebilir hale getirmek için kurmuştu bu siteyi. Ancak Aaron, bunun yeterli olmadığının farkındaydı. O yüzden de, hükümete göre, fazla ileriye gitti ve başını belaya soktu.

Aaron Swartz Mahkemeyle Başını Belaya Soktu

PACER, Amerika’daki insanların mahkeme kayıtlarını tutan devlete ait bir veritabanı. İnsanların her bir mahkeme kaydına ulaşmak için ödemesi gereken ücret ise 10 cent. Ancak, bu küçük görünen rakama rağmen Amerika’nın sadece bir yılda PACER veritabanından kazandığı para 120 milyon dolar.

Aaron Swartz bunun saçmalık olduğu fikrindeydi. İnsanların kendilerine ait mahkeme verilerine para vermelerinin soygun olduğunu söylüyordu. Bu yüzden PACER veritabanını hackledi. 760 GB boyutunda belgeyi ve 2.700.000 mahkeme kaydını halka açık sitelerde paylaşmaya başladı.

Aaron Swartz’ın bu hamlesi hükümeti sinirlendirdi. Hükümetin otoritesini halkın gözünde sarsan bu hamle, PACER veritabanından elde edilen geliri de kısmış oldu. Ancak, hükümetin asıl ilgilendiği konu mahkeme dokümanlarının çalınması değildi.

Bu belgelerin arasında mahkemelerin yaptığı usulsüzlükleri de açığa çıkaran belgeler vardı. Bu yüzden de başı hükümetle belaya giren Aaron Swartz, devletin yaptığı işlerle daha fazla ilgilenmeye başladı.

Aaron Swartz sadece PACER’la kalmadı. İnternette yaklaşık 40 dolar gibi bir fiyata ulaşılabilen akademik makalelere, sadece öğrenciler ücretsiz bir şekilde erişim sağlıyordu. Bunun doğru olmadığını düşünen Swartz, makale yayıncısı JSTOR’a, MIT’nin (Massachusetts Institute of Tecnology) veritabanından ulaşarak akademik makaleleri indirmeye başladı.

MIT buna engel olmaya çalıştı, ancak Aaron MIT’nin sunucularına sızarak bunu engellemeyi başardı. Yaklaşık 4 milyon makaleyi kendi bilgisayarına indirmişti. Fakat, bunları halkla paylaşamadan davalık oldu.

MIT ve JSTOR, Aaron Swartz’a dava açtı. Bu davada kendisinin sorumlu olmadığı siber saldırılar ve internet hırsızlıkları da Aaron Swartz’ın üstüne atıldı. Tüm bu suçlardan yargılanan Aaron Swartz, hükümetin bir yasası için de imza kampanyası başlatmıştı. SOPA yasasının kabul edilmesi halinde, hükümet istediği zaman istediği siteye erişim engeli koyabilecekti.

İmza kampanyası başarılı olan Swartz, bu yasayı engellemeyi başardı. Ancak bu, hükümetin kendisine karşı daha fazla cephe almasına sebep oldu.

JSTOR, akademik makalelerden dolayı açtığı davadan vazgeçmiş, davayı geri çekmişti. Ancak Aaron’a karşı sert bir cephe alan hükümet, bu davanın geri çekilmesine rağmen Swartz’ın peşini bırakmadı. Sonuç olarak, Aaron Swartz’ı 35 yıl hapis cezasına ve 1 milyon dolar para cezasına çarptırdı.

Halkın bilgiye erişimini kolaylaştırmaya ve internet özgürlüğüne hayatını adayan Aaron Swartz ülkede resmen terörist ilan edildi. Mahkeme Aaron Swartz’ı siber terörist olarak yargıladı.

Mahkeme sonucunda bütün bu haksız yaftalamalara ve işlemediği suçlardan yargılanmasına dayanamayan Aaron Swartz, 11 Ocak 2013’te intihar etti. İntihar ettiğinde 26 yaşındaydı.

Bugün sahip olduğumuz Vikipedi’yi ve Reddit’i ona borçluyuz. Belki de internet dünyasının bu kadar gelişmesinde en etkili isimlerden biriydi Aaron Swartz. Mahkemenin usulsüzlüklerini ortaya çıkarması ve hükümete bu denli karşı çıkması onun sonunu getirdi. Ancak, internetin öz ve dahi çocuğu, yaptığı işlerle daima hatırlanmaya devam edecek.

İnsanlık uğruna harcanılan bir kısacık ömür...
Alıntı

18 Aralık 2024 Çarşamba

2 DİRHEM 1 ÇEKİRDEK...

İKİ DİRHEM BİR ÇEKİRDEK NE DEMEK...

Bir keçiboynuzu çekirdeğinin ağırlığı 200 mg. dır,
asla değişmez ve bu çekirdeklerin yüzyıllar boyunca 
Arap'larda, Selçuklu'da ve Osmanlı'da Elmas ve değerli
taşların ağırlığını ölçmekte kullanıldığını ve bu nedenle
bugün kuyumculukta 200 mg. karşılığı olarak kullanılan 
"karat / kırat" ölçüsünün adının da Keçiboynuzunun 
Latince ismi olan "CERATONİA"
ve Arapça ismi olan "CARRAT" dan gelir.

Ayrıca,
16 çekirdek "BİR DİRHEM" eder.

Bir Osmanlı altını 33 çekirdek 
(yani, 2 DİRHEM + 1 ÇEKİRDEK)
ağırlığında olmasından dolayı, 

Osmanlı'da çok süslü ve şık giyinenlere, zenginliğine
atıfta bulunularak 
"ALTIN" gibi anlamında 
"İKİ DİRHEM BİR ÇEKİRDEK" benzetmesi yapılırmış. 
Alıntıdır.

12 Aralık 2024 Perşembe

DarHane...

Egenin bir köyünden kadının birisinin kocası ölüyor kadın kocasının ölüsüne bakıp bakıp diyor ki "Baktın hava yağmur havası, ocakta darhana çorbası ne diye ölüvedin gözü kör olası". 🙂

Ve işte tarhana çorbasının öyküsü:

Soğuk ve karlı bir kış günüdür. Padişah ve veziri kimseye haber vermeden ava çıkmışlardır. Gezmişler, dolaşmışlar, avlanmışlar akşamı etmişlerdir. Geri döneceklerdir de bir türlü ormandan çıkamamışlardır. 

Artık karanlık çökmek üzere ve umutların tükendiği bir zamandır ki; bir kulübecik görürler. Kapıyı çalıp misafir olmak istediklerini söylerler kulübe sakinlerine. Kabul görürler, misafir olurlar haneye.

Ev sahibi erkek, misafirlerinin için için üşüdüklerini hissettiği an:
-Hanım, baksana nasıl da üşümüşler, çorba kaynatır mısın misafirlerimize?.. der.

Ev sahibesi hanımefendi hemen kalkar ve toprak bir güvecin içinde çorba hazırlar.
Çorbalar içilince, içi ısınır misafirlerin, rahatlarlar; üstlerindeki abaları postları çıkarınca göz alıcı giysiler çıkar meydana. Az, biraz genç olanı:
-Ben padişahım der.
Hane halkı şaşırır, demek ki padişah fakirhanenin konuğudur.

Padişah devamla:
-Benim sarayımda da her gün kazanlar kaynar ama hiç böyle lezzetli çorba içmedim bugüne kadar, nedir bunun adı?.. der.

Ev sahibesi hanım şaşırır; “Çorbanın da adı mı olurmuş, adı üstünde, çorba işte…” diye geçirir aklından.

Ancak padişah soran gözlerini kadının gözlerine dikmiş, gelecek cevabı beklemektedir. 

Ne desin kadın?.. “Fakir Ev” anlamına gelen:
-Darhane Çorbası, hünkârım… deyiverir.

Geceyi o “Dar hane” de geçiren padişah ertesi gün ne yapmıştır bilinmez ama söyleyiş özellikleri nedeniyle günümüze “Tarhana” olarak taşınmıştır bu çorbanın adı.

Tarhana Çorbası, soğuk kış aylarının vazgeçilmezidir memleketimizin. Buram buram kokusu gelen; börülceli, acı kırmızıbiberli o tarhanadır. Yaz aylarından çıkmadan, kınalı ellerle hazırlanır da toprak boduçlara, kurutulmuş su kabaklarına doldurulup saklanırdı eskiden; ya da bembeyaz divitin keselere doldurulup asılırdı tavan çengellerine. 
Alıntı

10 Aralık 2024 Salı

DÜNYA ŞAMPİYONU KARA AHMET

Diri diri gömülen dünya şampiyonu pehlivanımız,
KARA AHMET... 

"Boyu 1.80 ağırlığı 105 kilo olan Kara Ahmet'in göğüs çevresi 1.24 boyun kalınlığı 50 santimdi. 
Kolları kalıplı, bilekleri kalın, pençesi aslan markalı. 
Boynunda üç muska vardı." 

Ahmet Mithat Efendi, onu böyle tarif ediyordu.

O, Fransa'da düzenlenen dünya güreş şampiyonasında tüm rakiplerini yere çarparak dünya şampiyonu olan Kara Ahmet'ten başkası değildi. 

Ancak kısacık hayatına onlarca başarı sığdıran bu güreşçinin sonu pek iyi bitmedi.

İşte, diri diri toprağa gömülen dünya şampiyonu pehlivanımızın hikayesi... 

Kara Ahmet, 1871 yılında bugün Bulgaristan sınırları içerisinde yer alan Deliorman topraklarında dünyaya geldi.

Deliorman, tarih boyunca öyle bir pehlivan madeniydi ki, Koca Yusuf, Filiz Nurullah, Hergeleci İbrahim, Kurtdereli Mehmet ve Kelaliço gibi namlı pehlivanlar hep buradan çıkmış, Osmanlı'nın en cevval bileği, bükülmeyen yiğitleri hep burada yetişmişti.
Kara Ahmet de bunlardan biriydi. 

Böyle bir kültürün içinde doğduğu için Kara Ahmet çocukluğundan itibaren güreşle ilgilendi. 

20 yaşına geldiğinde bölgede kendisine kafa tutabilecek bir pehlivan kalmamıştı ve kendisinden yaşça büyüklerinin bile sırtını yere vurur hale gelmişti.

Bu sebeple dişine denk rakipler bulabilmek ve kendisini daha da geliştirebilmek için 21 yaşında Başkent İstanbul'un yolunu tuttu.

İstanbul'a geldiğinde tanınmış pehlivanlardan olan Hergeleci İbrahim’i bularak elini öptü ve yakın köylüsü olduğunu belirterek yanında eğitim almak istediğini söyledi.

Hergeleci İbrahim'in yanında çıraklığa başlayan Kara Ahmet, ilk ciddi müsabakasına 2 yıl sonra, 1894 yılında Gelibolu Mevlevi Şeyhi Mustafa Daniş Efendi'nin düğününde bir eğlence aracı olarak çıktı.

Rakibi ise tanınmış ve tecrübeli pehlivanlardan Kazandereli Memiş'ti. Kazandereli'yi tuş eden Kara Ahmet, İstanbul'da da yavaş yavaş tanınır hale gelmeye başladı. Avrupalı organizatörlerin de dikkatini çekmişti.

Pierre isimli Rum bir organizatörle anlaşan Kara Ahmet, Avrupa'ya giderek oradaki ünlü güreşçilerle de güreşmeye başladı. Osmanlı topraklarında genelde yağlı güreş yapılırdı fakat Avrupa'da Grekoromen tarzında minder güreşi yapılıyordu.

Buna rağmen, Avrupa'da onlarca güreş yapan Kara Ahmet'in sırtı hiç yere gelmedi ve 1896 yılında yenilgisiz olarak İstanbul'a geri döndü.

Grekoromen güreş tarzına kendini daha yatkın bulan Kara Ahmet, bu stil hakkında daha fazla şey öğrenebilmek için o dönemde adı Mektebi Sultaniye olan Galatasaray Lisesi'nin beden öğretmeni Faik Bey'den dersler aldı.

Bununla da yetinmeyerek, Melenos isimli bir gayrimüslimin İstanbul'da kurduğu grekoromen güreş tarzında eğitim veren Totonya İdman Kulübü'nde antrenman yapmaya başladı.

Kendisini her alanda geliştirmek isteyen pehlivan, aynı zamanda Fransızca dersleri alıyordu. Lakin yağlı güreşi de tamamen terk etmiş değildi.

Kendisine meydan okuyan Osmanlı'nın en büyük pehlivanlarından Adalı Halil ile güreşmişler ve ondan 10 santimetre daha uzun ve 30 kilo daha ağır olan Adalı Halil ile berabere kalmışlardı.

Birkaç yıl önce Paris'te yaptığı güreşlerde başarısından ötürü Avrupalıların hafızasında yer edinen Kara Ahmet, 1899 yılında düzenlenecek olan dünya güreş şampiyonası için Fransa'ya davet edildi.

Bu şampiyonada dünyanın dört bir yanından gelen güreşçilerle güreşen Kara Ahmet, finale kadar yükselmeyi başarmıştı. Finalde ise rakibi ev sahibi olan Fransızların ünlü güreşçisi Laurent le Beaucairois, daha uzun boylu ve 138 kiloydu. şampiyonu oldu.

Kara Ahmet ise sadece 1.80 boyunda ve 105 kiloydu. Final karşılaşması 1 saat 6 dakika sürdü ve sonunda Kara Ahmet, karşısındaki dev Fransız'ın sırtını yere getirmeyi başardı ve grekoromen tarzında Osmanlı'nın ilk resmi dünya güreş şampiyonu unvanını elde etti.

Ancak Kara Ahmet'e Fransızlardan bir meydan okuma daha geldi. Meydan okuyan bu isim, daha önce farklı güreş tarzlarında 3 dünya şampiyonluğu bulunan ünlü Fransız güreşçi Paul Pons'tu.

Paul Pons'la ilk güreşlerinde bir kazanan çıkmadı. İkinci güreşte ise Kara Ahmet'in kaşı açılmış ve müsabaka ertelenmişti. Üçüncü güreş 10 Ocak 1900 tarihinde Paris'teki Folies Berger Tiyatrosu'nda devasa bir kalabalığın önünde yapıldı.

Kara Ahmet, burada Paul Pons'u da alt ederek dünya şampiyonu unvanına devam etti. Bu karşılaşmadan sonra ünlü Rus güreşçi Pytlasinski ile karşılaşan Kara Ahmet, Rus güreşçiyi  53 saniyede tuş etti. Pytlasinski bu yenilgisinden öylesine utanmıştı ki utancından Paris'i terk etmişti.

Paris'te devirecek rakip bırakmayan Kara Ahmet, sırasıyla Berlin'de, Viyana'da, Hamburg'da ve Budapeşte'de pek çok müsabakaya çıktı ve yenilgi yüzü görmedi. İstanbul'a döndüğünde yanında onlarca altın madalya vardı.

Padişah II. Abdülhamid, kendisini saraya davet etmiş ve Osmanlı sancağını Avrupa'da başarıyla dalgalandırdığı için onu şeref nişanıyla ödüllendirerek maaş bağlamıştı.

Kazandığı güreşlerle basının odak noktası olan cihan pehlivanı Kara Ahmet, halkın o dönemki en büyük gurur kaynağı olmuştu. Ancak takvimler 1902 yılını gösterirken hiç beklenmedik bir şey oldu.

25 Mayıs günü Kara Ahmet, kahvede arkadaşlarıyla oturduğu esnada "Kendimi iyi hissetmiyorum." diyerek birden yere yığıldı. Ani bir kalp krizi sonucunda bilinci kapandı.

Dünya şampiyonu cihan pervası Kara Ahmet, henüz 32 yaşındayken hayata veda etti veya da öyle sanıldı. Ertesi gün, 26 Mayıs'ta kendisini seven büyük bir kalabalığın kıldığı cenaze namazının ardından Pierre Loti'ye çıkarken sol tarafta bulunan mezarlığa defnedildi.

Lakin o gece birtakım garip olaylar yaşandı. Mezarlığın yanından geçenler bazı garip iniltiler ve bağırışlar duyduklarını aktardılar. Gece yarısı müdahale edilmese de, sabahına hemen Pehlivan'ın mezarı geri açıldı.
Rivayetlere göre, Kara Ahmet mezarda kanlar içinde, kefenini yırtmış bir şekilde bulundu. Tahminlere göre, Kara Ahmet kalp krizi sonucunda koma haline girmiş, öldü sanılarak canlı canlı gömülmüş. Daha sonra mezarın içindeyken kendine gelmişti.

Mezardan çıkmak için çabalayan pehlivanın elleri ve göğsü zarar görmüş. En sonunda nefessiz kalarak boğulmuştu. Bu hazin olay üzerine mezar tekrar geri kapatıldı.

Dünya şampiyonu Kara Ahmet'in kabrinin başında şu sözleri içeren bir hitabe bulunmaktadır: 

"Bahadırlıkta meşhuru cihandır Kara Ahmet. 
Cihan'ın pehlivanı zemine arkası hiç gelmemişken felek yıktı yere o kahramanı sukuti penç ile kaydoldu. Tarih, Cihan Arslan'ı terk etti.

9 Aralık 2024 Pazartesi

Kumar borcundan doğan aşk...

Dostoyevski kumar alışkanlığından ötürü aşırı derecede borçlanmıştır. O sırada ortaya Stellovski adında bir yayıncı çıkar. Dostoyevski’ye şunları söyler: “Bak senin bütün borçlarını kapatacağım. Sana iki yıl yetecek kadar da para vereceğim. Fakat bir sözleşme imzalaman gerek.

Senden bir kısa roman istiyorum. Bu kısa romanı bana bu sözleşmeyi imzaladıktan tam 24 ay sonra vermeyi kabul edeceksin. İstediğim sürede bitirip bana teslim edersen sorun çıkmayacak. Fakat eseri bir gün bile geç verecek olursan bundan önce yayımladığın ve bundan sonra yayımlayacağın bütün eserlerin hakları benim olacak.” Çok fazla borcu olan Dostoyevski sözleşmeyi mecburen imzalar.

Aradan 23 ay geçer fakat tek bir cümle bile karalamamıştır. Durumdan haberdar olan Fransız yazar Stendhal, Dostoyevski’ye “Ben ‘Parma Manastırı’ romanımı dikte ettirerek (söyleyerek yazdırmak) yazdırdım, sen neden denemiyorsun?” der. Başka çaresi olmayan Dostoyevski kabul eder.

O zamanlar Rusya’da bir dikte etme okulu vardır. Okulun en yetenekli öğrencisi Grigoryevna Snitkin adında İsveç asıllı genç bir kızdır. Kız bu görevi yapmaktan gurur duyacağını söyler ve Dostoyevski ile eseri yazmaya başlarlar.

Eseri son gün bitiren Dostoyevski hemen Stellovski’nin yanına gider. Dostoyevski’nin yazma sürecini baştan sona takip eden uyanık yayıncı Stellovski Dostoyevski eseri teslim edemesin diye ofisini kapatıp gitmiştir. O zamanlar Rusya’da noter yoktur. Noter görevini polis karakolundaki memurlar yapıyordur. Dostoyevski eserini polis karakolundaki memurlara onaylatır. Daha sonra bu olaydan dolayı yayıncı ile davalık olsalar da davayı Dostoyevski kazanır.

Her Rus gibi Dostoyevski de zaferi kutlamak için bol votkalı bir davet verir. Davete bütün dostları ile birlikte romanı dikte ettirdiği genç kız Grigoryevna Snitkin’i de çağırır.

Gecenin ilerleyen saatlerinde Dostoyevski genç kıza “senden bir konuda fikir almak istiyorum “der.

Bu durum genç kızın gururunu okşamıştır.

“Memnuniyetle, ben size nasıl bir fikir verebilirim merak ettim” diye karşılık verir.

Dostoyevski şöyle der: “Ben bir roman yazmaya çalışıyorum. Romanın başkarakteri korkunç biri… Sara nöbetleri geçiren, kumar bağımlısı, düşman kazanmaktan çekinmeyen bir adam. Bu adam kendinden genç bir kıza aşık oluyor. Sence bir evlenme teklifi kaleme alacak olsam bu gerçekçi olur mu?”

Kız ise şöyle der: “Evlenme teklifinizi kabul ediyorum Bay Mihayloviç…

O kız Dostoyevski’nin ikinci eşi Anna Grigoryevna Snitkin’dir. Yazdıkları eser ise ünlü roman “Kumarbaz”dır.

Anna, Dostoyevski'yi ve hayatını anlattığı bir kitapta şöyle söyler: "Öyle göz alıcı bir güzelliğim de yoktu, ne özel bir yeteneğim ne de sıradışı bir zekâm vardı, düz bir eğitim almıştım. Buna karşın, zeki, üstün yeteneklere sahip bir erkekten büyük saygı görüyor, neredeyse tapılıyordum."

Dostoyevski'nin ölüm döşeğindeyken ona şöyle demiştir: "Anna, en üzüntülü ve sevinçli anılarımı seninle bölüştüm. Tek başıma aşamayacağım zorlukları seninle aştım. Ve şunu unutma ki seni büyük bir tutkuyla sevdim. Bir kere bile aldatmadım. Düşüncede bile."
Alıntı

28 Kasım 2024 Perşembe

WİFİ MUCİDİ

WI-FI'YI İCAT EDEN KADIN
Dünyanın en güzel kadınlarından biri, sinema- tiyatro sanatçısı ve Wi-Fi'nin kaşifi Hedi Lamarr.
Teknolojiye, tiyatroya ve sinemaya tutkulu bir Viyanalı birey. Hollywood'dan önce kariyerine Almanya'da başladı.  Amerika’ya gittiğinde dünyanın en güzel kadını olarak tanındı. Fotoğraflarından; ne kadar güzel olunduğunu, filmlerinden ise ne kadar yetenekli olduğunu görüyoruz. 

Hollywood'da çok az kişinin bildiği şey; Spencer Tracy veya Clark Gable ile oynayan esmerin; aynı zamanda bir füze telegü sistemi icat edip patentini alabilen olağanüstü bir iletişim mühendisi olduğudur. 

Hollywood’un en önemli yıldızlarından biri olur ve bir süre sonra tahtı Marilyn Monroe tarafından sarsılır.

Bilimle ilgilenmeye başladıktan sonra döneminin en önemli bilim insanlarından biri haline gelir. Frekans atlamalı yaygın spektrum, diğer adı ile gizli haberleşme sistemini icat eder. 

2. Dünya Savaşı sırasında icadı reddedilir. Hollywood çevreside ondan uzaklaşır. Kimse yüzüne bakmaz. 

Aradan yıllar geçtikten ve cep telefonu ile internet icat edildikten sonra Lamarr’ın icadı değer görmeye başlar ve Wi-Fi teknolojisinin geliştirilmesi için temel oluşturur. 

Kısacası, bugün cep telefonları, bilgisayarları ve tabletleri ağlara kablosuz olarak bağlayabiliyorsak bunu bu güzel kadına borçluyuz.
Alıntı

24 Kasım 2024 Pazar

TECRÜBE KONUŞUR...

TOLSTOY
Ömrünün  son günlerini  Istanbulda  geçirmek isteyen  ve vasiyetinde  mezarına  haç  konulmasını istemeyen,  Istanbul'a  gelirken  Bulgaristan'da  bir tren garında ölen Rus edebiyatının dev ismi Tolstoy’un son fotoğrafı ve hayatı sorgulatacak ders niteliğinde 17 sözü:
1. Öyle horozlar vardır ki, öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar.
2. Hayat ne gideni geri getirir, ne de kaybettiğin zamanı geri çevirir. Ya yaşaman gerekenleri zamanında yaşayacaksın, ya da yaşamadım diye ağlamayacaksın.
3. Bozuk para insanın cebini deler, bozuk insan da kalbini. Bu yüzden harcayın ikisini de gitsin.
4. İnsanı bedenen ameliyat etmek için uyutmak, ruhen ameliyat etmek için ise uyandırmak gerekir.
5. Herkes insanlığın kötüye gittiğini kabul eder ama, hiç kimse kendisinin kötüye gittiğini kabul etmez. Herkes insanlığı değiştirmeyi düşünür ama, hiç kimse önce kendini değiştirmeyi düşünmez.
6. Varlığı bir şey kazandırmayan insanların, yokluğu hiçbir şey kaybettirmez.
7. Ne diye şeytana kızarsın? Bir iyilik yap da, o sana kızsın.
8. Bil ki, yaşadıklarınla değil yaşattıklarınla anılırsın. Ve Unutma; ne yaşattıysan elbet bir gün onu yaşarsın.
9. Bir insanı bulunduğu mevkiyle değil, göz koyduğu mevkiyle ölçmek gerekir.
10. En güçlü iki savaşçı sabır ve zamandır.
11. Bir insan acı duyuyorsa canlıdır. Başkasının acısını duyuyorsa insandır.
12. İnsanın gerçek gücü sıçrayışta değil, sarsılmaz duruştadır.
13. Kendi mutluluğundan başka hedefi olmayan insan kötüdür.
14. İnsanların çoğu onu yapıyor diye yanlış, yanlış olmaktan çıkmaz.
15. Kimse, kimseyi küçümseyecek kadar büyük değildir, bilmelisin. Küçümsediğin her şey için gün gelir, önemsediğin bir bedel ödersin.
16. Birine çamur atmadan önce iyi düşün ve sakın unutma, önce senin ellerin kirlenecek.
17. Başkalarının hayatından ders alın. İnsan, bütün hataları kendisi yapacak kadar uzun yaşamıyor.

22 Kasım 2024 Cuma

İstanbul Boğazı’nı Yürüyerek Geçen Adam



Atilla Hülagü

Eşsiz güzellikleriyle iki kıtayı ayıran İstanbul Boğazı’nı 30 Temmuz 1961 günü yaptığı yedinci denemesinde başarıyla geçen Atilla Hülagü, kendisinden 460 yıl önce yaşayan Leonardo da Vinci’nin su üzerinde yürüyen insan çizimlerinden faydalanmıştı. 2 yıl çalışarak ortaya çıkardığı hesaplamalara uyarak 30 Temmuz 1961 günü Baltalimanı’ndan Küçüksuya kadar ters akıntıların da etkisiyle 2 bin 200 metrelik mesafeyi 56 dakikada ve 4 bin 452 adımla yürüyen Atilla Hülagü, dünya tarihine “suyun üzerinde yürüyen ilk insan” olarak geçmişti.

20 Kasım 2024 Çarşamba

BİTMEZ TÜKENMEZ BİR ARZU HİKAYESİ...

Tolstoy’un "İnsan Ne ile Yaşar" adlı kitabında, çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik öyküsü yer alır.

Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar katettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım.” der. “Yoksa bütün hakkını kaybedersin.”

Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, ama kesilir takâti. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz…

Reis olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u bu mezara gömerler. Reis Pahom’un mezarının başında durur şöyle der: “Bir insana işte bu kadar toprak yeter!”

Mütemadiyen biriktirmek istiyoruz. Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev… Gözlerimiz midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyük…

Ve insan yaşlandıkça besler, gençleştirir arzularını. Biriktirdikçe hayata olan bağlarını artırır. Öyle bağlanır ki hayata, bir gün bu diyardan göçüp gideceği fikri zamanla yitip gider aklından…

Tüketmeye de çok meraklıdır insan. Biriktirdiği paranın, eşyanın, malın-mülkün yanında zaman tüketir, söz tüketir… Benlik biriktirirken, benliğini tüketir…

Sofraya koyabildiğimiz bir bardak çayın, zeytine, ekmeğe ulaşabilmenin bir zenginlik olduğunu ne zaman fark edeceğiz.

Doldurabildiği bir cüzdanı olmasa da, bir evi muhabbetle, kanaatle dolduran bir kadının, akşamları evine gelen, ekmek getiren, eline sağlık diyen bir erkeğin, zenginlik olduğunu ne zaman anlayacağız? 




14 Kasım 2024 Perşembe

DÜNYA NÜFUSU 8 MİLYAR KİŞİYİ GEÇTİ

DÜNYANIN NÜFUSU 8.04 MİLYARA ULAŞTI. DÜNYANIN BÜYÜK FOTOĞRAFINDA EPEY DEĞİŞİKLİK VAR…

Bu 8 milyar insanın;

%11'i Avrupa'da
%5'i Kuzey Amerika'da
%9'u Güney Amerika'da
%15'u Afrika'da
%60'ı Asya'da yaşamaktadır.
%49'u köylerde, %51şehirlerde yaşıyor.

İnsanların;

%12'si Çince
%5 İspanyolca
%5 İngilizce
%3'ü Arapça
%3 Hintçe
%3 Bengalce
%3 Portekizce
%2 Rusça
%2 Japonca
%62'si kendi dilinde konuşuyor.

-İnsanların;

-%77'sinin konutu var. %23'ünün yaşayacak mekanı yok.
-% 25'i yetersiz besleniyor.
-%87'si temiz içme suyuna sahip.
-%75'inin cep telefonu var. 
-%30'unun internet erişimi var.
-% 7'si üniversite mezunu.
-%83'ü okuma-yazma biliyor.

İnsanların;

-%33'ü Hıristiyan,
-%22'si Müslüman,
-%14'ü Hintliler,
-%7''si Budist,
-%12'si diğer dinler,
-%12'sinin dini inancı yok.

-Dünyada insanların %26'sı 15 yaşına ulaşamadan ölüyor. 15-64 yaş aralığında ölenlerin oranı % 66'dır.
-İnsanların sadece % 8'i 65 ve üzerindeki yaşlara kadar yaşayabilmektir.. 

Kaynak:NEW ENGLAND JOURNAL OF MEDICINE
20.08.2024

Alıntı

13 Kasım 2024 Çarşamba

KAÇAK...

Kaçak Bisikletli Hacı
👉... 1964 yılında bisikletiyle Hacca gitmek istiyor fakat gideceğini kimseye ilan etmiyor.
✍️... Cebinde sadece 66 lirası var. Yollarda paraya çok ihtiyacı olmuyor. Vaaz verdiği yerlerde önüne sofralar kuruluyor.
✍️... Cilvegözü Sınır Kapısı'na varıyor. 1952 yılına ait pasaportunu gösteriyor. Fakat 5.000 lira döviz alması gerektiği söyleniyor, parası olmadığından geçemiyor.
👍... Yolundan vazgeçmiyor. Tel örgülerden bisikletini atıyor. Ardından kendisi de atlıyor. Bu kez bisikletini kucağına alıyor. Mayın tarlasından geçip Suriye asfaltına çıkıyor. Bisikletine binerek hızla ilerliyor. Amman’a varıp mola verdiği sırada tanıdıkları ile karşılaşıyor.
'Buradan öteye zorlanırsın, bizimle gel' diyorlar. Başta kabul etmiyor ama zorla ikna ediyorlar. Bisikletini Amman’da birisine emanet edip tanıdıklarıyla yola devam ediyor. Otobüsle Mekke’ye varıp Hac vazifesini tamamlıyor.
Dönüş yolunda (bir aksilik yüzünden) otobüsü kaçırıyor.
Arabadan arabaya aktarma yaparak Amman’a varıyor ve bisikletine kavuşuyor.
(Ürdün ve Suriye'yi geçtikten sonra) 'Nasılsa memleketime gidiyorum' diyerek bisikletiyle Türk hududuna geliyor. İşte orada, 5.000 liralık döviz almadığı ve kaçak geçtiği için tutuklanıyor.
(Savcılığa çıkarılan) Mehmet Neşet amca, 'Bu suçsa ben Beytullah’ı görmeye gittim. Gavur olmaya gitmedim ya, ne yaparsanız yapın' diyor, cezasına razı oluyor.
Mehmet Neşet Öz’ün bisiklet yolculuğu savcının çok dikkatini çekmiş. Savcının talebiyle bisikletli fotoğrafı çekiliyor.
Ve o fotoğrafı Hürriyet Gazetesi basıp haber yapıyor. Ailesi olayı gazeteden görüp öğreniyor, yanına gidiyorlar fakat alıp gelmek mümkün olmuyor.
Mehmet Neşet amca 27 gün cezaevinde yattıktan sonra beraat ediyor. Yol arkadaşı bisikletiyle otobüs bindirilip evine gönderiliyor.
Uzak akrabaları ve köylüleri Hacı Mehmet Neşet Öz için hep 'Yollarda ölecek, ölüm haberi gelecek' dermiş. Fakat vefatı söyledikleri gibi olmamış.
Vefatından bir gece önce köyündeki dört kahveye de girerek herkese çaylar ısmarlamış, 'Yarın benim bayramım var' demiş.
Ertesi gün, 19 Şubat 1976'da sabah saatlerinde yatağında huzur içinde vefat etmiş. Nur içinde yatsın. Allah rahmet eylesin."
ALINTIDIR...

25 Ekim 2024 Cuma

O GÜNLERDEN BU GÜNLERE... ZAMAN NE ÇABUK GEÇİYOR...

Bir çok fotoğrafı var ama beni en çok etkileyen bu fotoğraf. 
Tek delikli kemerin tokası değiştirilmiş, çift delik yapılmış.

80 küsür sene önce tenis maçı izlerken, yüzerken, sahilde kumda otururken, kürek çekerken, at binerken, konser izlerken, zeybek oynarken, dans ederken, heykel incelerken,salıncakta çocuk gibi gülerek sallanırken bile fotoğrafı var.

O dönemin kıyafetlerine,
ayakkabılarına bakıyorsun; 
sanırsın dünya moda ikonu.
Aman Tanrı'm diyorsun, 
nasıl bir ruh üfledin de çıtayı en üste koydun ?

Bu kadar GÜZEL bir ÖRNEK İNSAN nasıl olabilir?

Ama oldu, bütün dünya gördü, 
halen görmekte işte !
Hayvanlarla, çocuklarla,okulda genç kızlarla,delikanlılarla,cephede askerlerle, komutanlarla, dahası köylülerle, şairlerle, yazarlarla sanatçılarla..

Dua etmişliği de var, vaaz
vermişliği de.

"Bana yeniden üniformamı giydirtmeyin!" 
deyip ültimatom vermişliği de var.

Tek bir ağacı kesmemek için koca köşkü yürütmüşlüğü de var, 
bozkır Ankara'ya Atatürk Orman Çiftliği' ni kurmuşluğu da..

Kalbine kurşun yemişliği de var, 
ülkesi için savaştan savaşa koşmuşluğu da.

Yirmi iki yıl, rakamla da yazıyorum, tam 22 yılını cephede geçirmişliği o güzelim ayaklarını asker potinlerinden çıkarmamışlığı, askeri tayınını yemeden sofraya oturmamışlığı da var, bir çok ülke liderini sofrasında ağırlamışlığı da var.

Ama ne acıdır ki "Evde yiyecek kalmadı oğul" diye mektup yazan anacığına:
"Bu para Milli Mücadelenin parasıdır. Vatanı kurtarmak için topladık, konunun ehemmiyeti büyük, size şu an para
gönderemem anacığım,
şimdilik evdeki halıları satın” demişliği de var.

Ve tarihin görüp göreceği en yoksul, en çaresiz savaşlarından birinde
 "Geldikleri gibi giderler" 
demişliği de var.

Ömrünü, emeğini, aklını, sevgisini milletine verdiği gibi, tüm malını mülkünü de milletine bağışlayıp geçmiş bir Atamız var.

Peki ya şimdi ...?!
(Alıntı)

21 Ekim 2024 Pazartesi

HAKARET OLARAK KABUL EDİLEN CEZA VERİLEN SÖZLER.....



Yerel mahkemeler tarafından verilen ve Yargıtay tarafından onanan kararlar sonucunda hazırlanan listeye göre hakaret kabul edilen kelimeler şu şekilde:

- AMERİKAN UŞAĞI: YARGITAY 16. CD (E:2018/551 K:2018/671 T:13.03.2018)

- APTAL: YARGITAY 4.CD (E:2020/8119 K:2020/15398 T:05.11.2020)

- ART NİYETLİ: YARGITAY 4.CD (E:2012/6933 K:2012/28633 T:04.12.2012)

- AŞAĞILIK: YARGITAY 18.CD (E:2015/6120 K:2015/2530 T:10.06.2015)

- AZGIN DUL: YARGITAY 18.CD (E:2015/6120 K:2015/2530 T:10.06.2015)

- AYI: YARGITAY 4.CD (E:2015/5853 K:2015/29903 T:27.05.2015)

- BEYİNSİZ: YARGITAY 18.CD (E:2015/2639 K:2015/2852 T:17.06.2015)

- BOYNUZLU: YARGITAY 4.CD (E:2020/14573 K:2021/9780 T:18.03.2021)

- BÖLÜCÜLÜK YAPMAYIN: YARGITAY 5.CD (E:2013/13057 K:2014/13166 T:23.12.2014)

- BUNAK: YARGITAY 2.CD (E:2010/35246 K:2012/41578 T:29.03.2021)

- CEBİNİZİ DOLDURUYORSUNUZ: YARGITAY CGK (E:2017/18-848 K:2018/312 T:26.06.2018)

- ÇAKAL: YARGITAY 23.CD (E:2015/4284 K:2015/5323 T:19.10.2015)

- ÇALMAK: YARGITAY4.CD (E:2020/11997 K:2021/6738 T:25.02.2021)

- ÇİRKİN SURAT: YARGITAY CGK (E:2013/4-521 K:2014/54 T:11.02.2014)



- ÇOCUK KATİLİ: YARGITAY 4.CD (E:2015/10421 K:2015/30267 T:01.06.2015)

- ÇÜRÜK DOMATES: YARGITAY 4.CD (E:2011/36640 K:2013/22930 T:07.10.2013)

- DANA: YARGITAY 2.CD (E:2011/26161 K:2013/5887 T:21.03.2013)

- DAVAYI SATTI: YARGITAY 18.CD (E:2015/34641 K:2017/6807 T:31.05.2017)

- DECCAL: YARGITAY 16.CD (E:2017/1486 K:2017/4427 T:12.06.2017)

- DELİ: YARGITAY 4.CD (E:2008/21092 K:2009/2589 T:17.02.2009)

- DEYYUS: YARGITAY 2.CD (E:2011/9251 K:2012/45816 T:13.11.2012)

- DİKTATÖR: YARGITAY 16.CD (E:2018/3171 K:2018/5020 T:10.12.2018)

- DOLANDIRICI: YARGITAY 18.CD (E:2015/26439 K:2016/12596 T:07.06.2016)

- DOMBİLİ: YARGITAY 23.CD (E:2015/13865 K:2015/5464 T:21.10.2015)

- DÜMBÜK: YARGITAY 18.CD (E:2015/32126 K:2016/17667 T:16.11.2016)

- ENAYİ: YARGITAY 15.CD (E:2014/6713 K:2016/7761 T:19.10.2016)

- ERKEKLERLE YATIP KALKIYORSUN: YARGITAY 4.CD (E:2021/22105 K:2021/21312 T:09.09.2021)

- EŞEK: YARGITAY 15.CD (E:2015/10608 K:2016/9438 T:12.12.2016)

- ETEK GİYMESİ GEREKEN BİR ADAMSIN: YARGITAY 4.CD (E:2013/33459)

- FARE: YARGITAY 4.CD (E:2012/29981 K:2014/2514 T:29.01.2014)

- FIRILDAK: YARGITAY 4.CD (E:2020/34939 K:2021/9068 T:15.03.2021)

- GERİ ZEKALI: YARGITAY 15.CD (E:2018/9033 K:2020/3754 T:12.03.2020)

- HAİN: YARGITAY CGK (E:2018/18-342 K:2018/378 T:27.09.2018)

- HAYSİYETSİZ: YARGITAY 18.CD (E:2018/8132 K:2019/3826 T:26.02.2019)

- HAYVAN: YARGITAY 2.CD (E:2011/27235 K:2013/7902 T:11.03.2014)

- HIRSIZ: YARGITAY 4.CD (E:2019/3986 K:2021/28634 T:07.12.2021)

- HİTLER: YARGITAY 16.CD (E:2019/6019 K:2019/8465 T:27.12.2019)

- HOVARDA: YARGITAY 18.CD (E:2016/2016 K:2018/2155 T:20.02.2018)

- İĞRENÇ: YARGITAY 4.CD (E:2021/1370 K:10616 T:24.03.2021)

- İKİYÜZLÜ: YARGITAY 4.CD (E:2015/22863 K:2019/18597 T:02.12.2019)

- İT: YARGITAY 16.CD (E:2020/7346 K:2021/271 T:28.01.2021)

- İT OĞLU İT: YARGITAY13.CD (E:2013/5850 K:2014/9707 T:18.03.2014)

- KAÇAKÇI: YARGITAY 16.CD (E:2019/3989 K:2020/2258 T:02.06.2020)

- KANI BEŞ PARA ETMEZ: YARGITAY 4.CD (E:2013/33459 K:2016/1538 T:01.02.2016)

- KANI BOZUK: YARGITAY 16.CD (E:2018/3029 K:2018/4514 T:05.11.2018)

- KARI GİBİ KAÇMA: YARGITAY2.CD (E:2013/35727 K:2014/21302 T:18.09.2014)

- KARINLA DOST HAYATI YAŞADIM: YARGITAY 4.CD (E:2011/18824)

- KAŞAR: YARGITAY14.CD (E:2015/7961 K:2016/875 T:28.01.2016)


- KATİL: YARGITAY 16.CD (E:2019/11164 K:2020/2033 T:13.03.2020)

- KE-MAL: YARGITAY 11.CD (E:2019/4404 K:2019/8470 T:28.11.2019)

- KENDİNİ BİR BOK SANMAK: YARGITAY 4.CD (E:2014/27210 K:2015/2533 T:02.02.2015)

- KER: YARGITAY16.CD (E:2019/11075 K:2020/1805 T:06.03.2020)

- KENDİNİ KAÇ PARAYA SATTIN: YARGITAY 4.CD (E:2018/3121 K:2019/14414)

- K*Ç YALAMAK: YARGITAY 18.CD (E:2020/1169 K:2020/6092 T:16.03.2020)

- K*ÇINA GİRSİN: YARGITAY 18.CD (E:2015/3116 K:2015/3572 T:29.06.2015)

- KÖPEK: YARGITAY2.CD (E:2011/8780 K:2012/45647 T:12.11.2012)

- KUDUZ: YARGITAY 16.CD (E:2020/1876 K:2020/3519 T:03.07.2020)

- LAN: YARGITAY CGK (E:2009/4-196 K:2009/248 T:.2710.2009)

- MAL: YARGITAY 4.CD (E:2014/27210 K:2015/2533 T:02.02.2015)

- MASON: YARGITAY 16.CD (E:2017/1486 K:2017/4427 T:12.06.2017)

- MAYMUN: YARGITAY 2.CD (E:2011/24094 K:2013/3387 T:20.02.2013)

- MECZUP: YARGITAY 16.CD (E:2016/5885 K:2017/3760 T:19.04.2017)

- MÜFTERİ: YARGITAY 16.CD (E:2016/1474 K:2016/3955 T:10.06.2016)

- MÜNAFIK: YARGITAY 18.CD (E:2017/2034 K:2017/9550 T:25.09.2017)

- NEMRUT: YARGITAY16.CD (E:2016/2716 K:2017/3869 T:25.04.2017)

- OSURUK: YARGITAY http://18.CD (E:2019/8374 K:2019/15411 T:05.11.2019)

- ÖKÜZ: YARGITAY 4.CD (E:2012/34201 K:2013/31993 T:12.12.2013)

- ÖRGÜTÇÜ: YARGITAY18.CD (E:2016/17387 K:2019/462 T:08.01.2019)

- PAVYON KADINI: YARGITAY 2.CD (E:2011/3575 K:2013/22036 T:30.09.2013)

- PİS ERMENİ: YARGITAY 4.CD (E:2014/15126 K:2015/25931 T:03.04.2015)

- PİSLİK: YARGITAY 4.CD (E:2020/20258 K:2020/12135 T:15.10.2020)

- PKK’LI: YARGITAY 3.CD (E:2018/2778 K:2019/2 T:07.01.2019)

- PUŞT: YARGITAY 4.CD (E:2015/25752 K:2020/626 T:13.01.2020)

- REZALET KARAR: YARGITAY18.CD (E:2015/11462 K:2015/10888 T:11.11.2015)

- REZİL: YARGITAY 4.CD (E:2017/1901 K:2020/17650 T:24.11.2020)

- RÜŞVETÇİ: YARGITAY 4.CD (E:2006/9660 K:2008/5205 T:01.04.2008)

- SAHTEKAR: YARGITAY16.CD (E:2018/551 K:2018/671 T:13.03.2018)

- SALAK: YARGITAY 4.CD (E:2020/20273 K:2020/13343 T:22.10.2020)

- SAPIK: YARGITAY 18.CD (E:2015/27516 K:2017/408 T:12.01.2017)

- SARAY SOYTARISI: YARGITAY 16.CD (E:2018/1392 K:2018/1295 T:25.04.2018)

- SATILMIŞ: YARGITAY 4.CD (E:2009/16387 K:2011/17532 T:17.10.2011)

- SAZAN: YARGITAY 23.CD (E:2015/4284 K:2015/5323 T:19.10.2015) 

- SEFİL: YARGITAY 4.CD (E:2019/3850 K:2019/15124 T:03.10.2019)

- SENİ PARAMLA SATIN ALIRIM: YARGITAY 4.CD (E:2012/33854 K:2014/7344 T:05.03.2014) 

- SOYSUZ: YARGITAY 16.CD (E:2017 /1939 K:2017/5106 T:03.10.2017)

- SÜFYAN: YARGITAY 16.CD (E:2016/1474 K:2016/3955 T:10.06.2016)

- SÜRTÜK: YARGITAY 4.CD (E:2013/33173 K:2014/35081 T:04.12.2014) 

- ŞAKLABAN: YARGITAY 16.CD (E:2019/8029 K:2020/595 T:23.01.2020)

- ŞARAPÇI: YARGITAY 11.CD (E:2017/11989 K:2018/3486 T:12.04.2018)

- ŞARLATAN: YARGITAY18.CD (E:2015/27980 K:2016/14289 T:28.06.2016) 

- ŞEREFSİZ: YARGITAY 16.CD (E:2017/1014 K:2017/4691 T:22.06.2017)

- TACİZCİ: YARGITAY 18.CD (E:2019/7465 K:2019/12402 T:17.09.2022)

- TERÖRİST: YARGITAY16.CD (E:2017/317 K:2017/3803 T:02.05.2017) 

- TETİKÇİ: YARGITAY 2.CD (E:2010/28561 K:2010/30230 T:02.11.2010)

- TİRAN: YARGITAY 11.CD (E:2019/4869 K:2019/8859 T:05.12.2019)

- TOP: YARGITAY /4.CD (E:2013/14870 K:2015/30041 T:28.05.2015) 

- TOSBAĞA: YARGITAY 4.CD (E:2013/26390 K:2014/16646 T:07.07.2014)

- VATAN HAİNİ: YARGITAY 16.CD (E:2018/551 K:2018/671 T:13.03.2018)

- YAHUDİ: YARGITAY 16.CD (E:2017/1486 K:2017/4427 T:12.06.2017) 

- YANDAN ÇARKLI: YARGITAY 4.CD (E:2013/26390 K:2014/16646 T:07.07.2014)

- YAPTIĞINIZ İŞİN İÇİNE SI**YIM: YARGITAY 15. CD (E:2012/6180 K:2012/41043 T:11.09.2012)

- YAVŞAK: YARGITAY 3.CD (E:2017/19528 K:2018/14193 T:02.10.2018)

- YEZİT: YARGITAY 16.CD (E:2016/6928 K:2017/4807 T:19.07.2017) 

- YOLSUZLUK: YARGITAY 8.CD (E:2017/9234 K:2017/11414 T:16.10.2017)

- YÜRÜTME: YARGITAY 18.CD (E:2016/15036 K:2019/30 T:07.01.2019)

- YÜZÜNE TÜKÜRÜLSE YARRABİ ŞÜKÜR DER: YARGITAY 4.CD (E:2012/12487 K:2014/2703 T:30.01.2014) 

- ZENNE: YARGITAY 4.CD (E:2021/27623 K:2021/22707 T:28.09.2017)

- ZEVZEK: YARGITAY 18.CD (E:2016/5910 K:2017/3859 T:04.05.2017)

- ZORBA: YARGITAY 16.CD (E:2017/2489 K:2017/5502 T:27.11.2017)

 

18 Ekim 2024 Cuma

DEVECİ ARMUDU

Deveci Armudu..🍐

Günümüzde Türkiye' nin tarımdaki ihraç kalemlerinden biri olan; lezzeti, dayanıklılığı ve büyüklüğü ile ünlü,hoş aromalı bir armut çeşididir. 

1963 yılında dünyadaki meyvecilik alanında ekol olmuş, Fransızlar tarafından 22 isimden biri seçilen ve üretici Lütfi Deveci'nin ismini almış bir çeşittir. Deveci’nin anlattığına göre;

“1960 yılıydı, ava meraklı bir insandım. Bir gün av dönüşü, yoldaki hayvan izine düşmüş armut meyvesi dikkatimi çekti. Normalde o mevsime kadar bu meyve yaşamaz. Bu sebeple o tek meyve çok dikkatimi çekti ve çevrede araştırarak, armudun ağacını buldum. 

Ağaçtan aşı kalemleri aldım ve daha sonra bunları İtalyan ve Fransız armutları ile evlendirdim. Yaklaşık üç yıl sonra bu evlilikten, ağırlığı bir buçuk kiloyu geçen armutlar ortaya çıktı. Onlara Deveci Armudu adını verdim." 

Armudu bulduğu dönemin ilkbahar olduğunu hatırlıyor Lütfi Deveci. Yani eski hasadın çoktan kalktığı ve meyvelerin tekrar çiçek açtığı dönem.

Bu kadar uzun süre bu meyvenin bozulmadan kalması da ürüne ayrı bir değer katıyor. Dünyadaki armut çeşitlerinin ağırlığı 300 - 400 gramı geçmezken Deveci armudu ise 1,5 - 2 kiloya kadar ulaşıyor ve lezzeti de bir başka güzeldir.
Alıntı

10 Ekim 2024 Perşembe

BOŞNAK

BOŞNAKLARIN KÖKENİ
Yard. Doç. Dr. Aydın BUDAK
Boşnak-Başnak: Kaşgarlı Mahmut (1072-1073) yılında yazdığı Divan-ı Lugat’it Türk adlı eserinde “Bizans-Rum ülkesine en yakın oturan Türk boyu Peçeneklerdir” demektedir. “Başnak” kelimesini de “başında tolgası, sırtında zırhı olmayan er” şeklinde açıklamaktadır. 
Bizanslı Eflatuncu filozof-devlet adamı (1018 – 1078) Michael Psellos 967-1077 olaylarını anlattığı Khronographia (Vakayiname) adlı kitabında Balkanları tamamen hakimiyetleri altına alan 1050 yılında da bütün Trakya’yı işgal eden Peçenekleri anlatırken çağdaşı Kaşgarlı Mahmut’la aynı ifadeyi kullanıyor:
“Peçenekler zırh giymez ve başları miğfersizdir. Kalkan da taşımazlar. Savaşta bağırarak saldırırlar, püskürttükleri düşman askerlerini takipederek öldürürler. Derin vadilerde ve uçurumlarda yaşarlar. Ölüm karşısında korku bilmezler.”
Bir doğulu bilginin Başnaklar, bir Bizanslı tarih yazarının da Peçenek Türkleri hakkında aynı ifadeleri kullanmaları Peçeneklerle Başnakların aralarında bir köken farkının olmadığını göstermektedir. 
Türkolog N. A. Baskalov, Türk Menşeli Rus Aile Adları adlı kitabında Peçenek kelimesini Peçe-on-ok şeklinde tahlil edip peçe=bey; arı beyi; Peçenek’in de Onokların beyi anlamına geldiğini söylüyor. Aynı mantıkla hareket ettiğimizde Başnakların Peçenek boylarından biri olduğunu ve Başnak sözünün baş+on+ok’tan kısaldığını kabul etmemiz mümkündür
Bağdatlı Mesudî 941 yılında yazdığı Mürucü’z-Zeheb (Altın Çayırlar) adlı eserinde Hazarlarlla Alanlara yakın ve bunlarla batı arasında 4 Türk kavmi bulunduğunu, bunların en cesurlarının Bacnak olduğunu kaydediyor. Mesudî’nin sıraladığı bu dört boydan Bacgard ve Nükerdeler Macar asıllı Bacnak ve Becneler ise Peçenek boylarıdır. 
Bütün bu ifadeler Mesudî’de adı geçen Bacnakların Kaşkarlı’nın bahsettiği Başnaklar olduğunu şüphe bırakmamaktadır. 
Bugün ne sebep ve hangi mantıkla olduğunu anlayamadığımız bir şekilde Boşnak-Başnakların Osmanlı döneminde İslamiyeti kabul etmiş bir Balkan kavmi olduğu fikri ön plana çıkarılıyor. Hâlbuki yine 11. asırda yaşamış bulunan Endülüslü El-Bekrî o asırda İslamiyet’in Peçenekler arasında iyice yayıldığını, hatta Peçenekler arasından İslam dini âlimlerinin çıktığını söylüyor
11. Asırda henüz Kayı Boyu’nun Osmanlı Devletini kurmadığı göz önünde tutulursa Boşnakların Osmanlı fütuhatı döneminde Müslümanlığı kabul ettiği iddiası boşa çıkmaktadır. Yakın tarihlerde Sırp zulmüne uğramış olan Boşnaklar Müslüman bir topluluktur, ama her şeyden önce Türk’türler
Yard. Doç. Dr. Aydın BUDAK
BUDAK Aydın: “Yurdumuza Yerleşen Oğuz-Türkmen Boyları ve Bazı Yer Adları”, Gaziosmanpaşa Üniversitesi Yayınları
KUMAN-PEÇENEK DEVLETİ
Miladi 1034 yılından itibaren Peçenek ve Kuman Türklerinin, Rodop'lar , Batı Trakya ile Pirin ve Vardar Makedonyası bölgelerine, hatta İstanbul surları önüne kadar inmeleri, Bizans'ı çok ciddi olarak telaşlandırmıştır. Bu nedenle Bizanslılar , 1050 yılında büyük bir ordu teşkil edip Peçenek ve Kuman Türklerinin üzerlerine sevk etmişlerdir. Fakat, Bizanslılar büyük bir yenilgiye uğrayınca barış andlaşması yapılarak Bizans devleti vergiye bağlanmıştır. 
Bu andlaşmayı takip eden 30 yıllık süre içerisinde Rodoplar, Batı Trakya ve Makedonya Peçenek Türklerine tabî olan Kuman Türklerine terk edilmiştir. Peçenek Türkleri ise, Kosova, Yeni Pazar ve Bosna'ya doğru çekilmişlerdir.
Kuman Türkleri miladî 1087'de Peçenek Türkleri ile birlikte Bulgaristan, Makedonya, Yeni Pazar, Kosova, Bosna ve Arnavutluğu içine alan ve başkenti Kumanova olan "Kuman-Peçenek Türk Federasyonu" nu kurmayı başarmışlardır. Fakat bu iki kardeş Türk kavmi Bizanslılarla ve gayri Türk unsurlarla savaşacakları yerde, birbirleriyle savaşarak "milli birliği" yıkmışlardır. Bu nedenle 1087 yılında kurulmuş olan "Kuman-Peçenek Türk Federasyonu" 1091 yılında yıkılarak varlığını ve politik fonksiyonunu tarihin karanlıklarına terk etmiştir.
POMAK TÜRKLERİ
Doç.Dr. Hüseyin MEMİŞOĞLU

30 Eylül 2024 Pazartesi

ANNELİK

Ahtapotun anneliği hiçbir canlının anneliğine benzemez.
Dişi Ahtapot çiftleşmeden sonra bir oyuk bularak oraya yerleşir.
Yumurtlamaya başlar ve yumurtlama işlemi bittikten sonra kuluçkaya yatar.
Yumurtalarını yuvanın tavanına çengelle asar gibi dizer.
Yumurtalara devamlı su pompalayarak onların temiz kalmalarını sağlar.
Her ne pahasına olursa olsun yuvasını terk etmez.
Yavrular yumurtadan çıkmadan açlığa dayanamazsa birkaç kolunu yer ve bu şekilde tüm yavrular yumurtadan çıkıncaya kadar hayatta kalır ve yumurtaları korur...

Ancak uzun süren kuluçka dönemi onu aç ve bitkin bırakır, 
tüm yavrular yumurtadan çıkınca o da yuvasında can verir.
Hayata yeni başlayan yavrular için anne ahtapotun cansız vücudu yaşama tutunmaları için iyi bir besin kaynağı olur.
Bu yüzdendir ki hiçbir dişi ahtapot yavrularının büyüdüğünü göremez...😔
Alıntıdır. 

29 Eylül 2024 Pazar

HANGİSİ ? NEDEN ?

ÜZÜM SİRKESİ Mİ, 
ELMA SİRKESİ  Mİ ?
Son yıllarda bir “Elma sirkesidir” reklamı aldı başını gidiyor.
Diyetlerde, tariflerde ve zayıflama kürlerinde marifetleri ve üstünlükleri sürekli vurgulanıyor. 
Ve bu propaganda atakları sayesinde “Elma sirkesi”, sirke sektöründe çoktan ciddi bir pay sahibi oldu bile...
Eğer ben bu yazımın başlığında “ Elma sirkesi mi, Üzüm sirkesi mi” yazarak elma sirkesini soru cümlesinin başına önceleyerek koysa idim, ben de bu “Elma sirkesini” gündeme sokan propagandaların algısına teslim olmuş olurdum...
Üzüm sirkesi nerede ise üvey evlat gibi, ikincilik kürsüsüne itilmiş durumda.
Sadece Kelle-Paça çorbasını içerken hatırlanır oldu...
Peki bu “Elma sirkesini” önceleyen propagandaların sebebi nedir ve aslında hangi sirke daha faydalı ve kalitelidir ?
Derdimiz “sirke mi arkadaşım” demeyin sakın...
 Bakın bu hikayenin arkasında neler var, neler var?
Bir Türk Milliyetçisi olarak olgusunda ve sonucunda “Milli” renk ve iddası olmayan bir konu ile sizin kıymetli vakitlerinizi boşa harcatmayacağıma güvenin lütfen.
Öncelikle belirteyim ki “Üzüm sirkesinin tahtını” hiç bir yayın, hiçbir propaganda ve pazar kapma oyunları yıkamaz ve hiç bir meyve sirkesi üzüm sirkesi kadar faydalı değildir, olamaz...
 Üzüm sirkesi “şuna buna faydalıdır” diye anlatılan diğer meyve sirkelerinin tüm özelliklerini bünyesinde bulundurur ve bir de üstüne üstelik diğer meyve sirkelerine faydaları açısından on tur fark atar...

Nasıl mı?
İlk önce sirke ile ilgili üç beş hatırlatma yapalım.
Sirke özünde bir asit türüdür ve bu asitin kimyasal adı  “Asetik Asittir”.
PH değeri 4,5- 5 aralığındadır.
Piyasada sirke üretimi iki yolla yapılır.
Birisi hiç meyve kullanılmadan inorganik olarak kimyasal yolla üretilen “asetik asite, meyve aroması ve renklendirici katılarak yapılan ve oldukça ucuza satılan sirkelerdir...
Piyasa da satılan sirkelerin çoğunluğu bu yolla üretilen sirkelerdir...
İçinde asitten başka hiç bir enzim, mineral ve organik madde, probiyotik bulunmaz...
Tat ve lezzet olsun diye, bir de yoğunlukla  kimyasal sirkeler sanayileşmiş “turşu sektöründe” kullanılır...
Bu sirkeler cansızdır.
Yani evin mutfağına sokulmayacak kadar gıda ötesi bir zararlı haline dönüştürülmüş, kimyasal maddeden başka bir şey değildir.
İkinci üretim şekli “şekerli meyvelerin” sularından elde edilir.
 Herhangi bir meyvenin suyu ve parçaları bekletilerek doğal yolla meyvede ki şekeri önce alkole, sonra sirkeye dönüştüren ve  “Asetik Asit” üreten bakteriler sayesinde doğal yola elde edilir...
İşte içinde probiyotik yani faydalı bakteriler, enzimler ve mineraller olan sağlık için faydalı gerçek sirke bu yolla üretilen sirkedir... 
Tat ve lezzet unsuru da bu faydalarının yanında bizlere ilave hediyesidir. 
Ve elbette içinde hayatın olduğu “canlı” bir üründür.
İçinde meyve şekeri olan her meyveden doğal sirke yapılabilir. 
Üzüm hariç diğer meyvelerin şeker oranları sirke oluşumuna sebeb olan bakterilerin, sirkenin olgunlaşmasına kadar sürecek dönemde beslenecekleri   miktarda  yeterli şekere sahip olmadıkları için, yapımı esnasında içlerine bal, şeker ya da  bulgur gibi gıdalar ilave edilir.
Sadece üzümün böyle bir desteğe ihtiyacı yoktur. 
Onun sahip olduğu meyve şekerleri fazlası ile bünyesinde bulunmaktadır.
Elma da  güzel bir sirke yapımı için yeterli şekere sahip değildir ve ilave şekerin ya da şekere dönüşecek karbonhidratların ( bulgur gibi ) elma sirkesi yapımında kullanılmasına ihtiyaç duyulur.
Yani saf elma suyundan içine hiç bir şey katılmadan kaliteli sirke elde edilemez.
En güzel, muhteşem tat ve lezzet sahibi ve de sağlık açısından eşsiz sirkeler ancak siyah üzüm suyu ve kabuğu kullanılarak üretilen sirkelerdir.
Şimdi gelelim yazımızın  konusunun “bam teline” !..
Elma sirkesinin propagandasının arkasında “ABD ve AVRUPA” ülkelerinin “elma lobilerinin” pazar payını arttırma gayret ve çabaları yatmaktadır.
Bu ülkelerde “üzüm”, şarap yapımı ve tüketiminde kullanılır. 
Üzümden elde edilen şarabın katma değeri ve kazancı elbette sirkeden çok çok daha fazladır.
Şarap kültürü ve pazarı büyük ve de vazgeçilmez olan ülkeler bu sebeple “üzümü” öncelikli olarak şarap sektöründe değerlendirirler. 
Ancak, bozuk ve kalitesiz şarap stoklarını sirke üretiminde kullanırlar. 
Üzüm üretimlerinin yüzde 99’u şarap üretiminde kullanırlar.
Sirke yapımında ise üzümden doğan meyve açığını elma ile kapatırlar.
Bilhassa Avrupa başta olmak üzere ABD’de de elma üretimi çok çok fazladır.Avrupa’nın İklim koşulları ve coğrafi konumu elma yetiştirmeye en uygun bölgelerdir. 
Seçilerek aynı boy ve standartta pazara sunulan birinci sınıf kaliteli elmalardan sonra ikinci kalite ve kusurlu, hasarlı elmalarda meyve suyu fabrikaları başta olmak üzere olmak meyve konsantresi ve sirke üretiminde kullanılır.
Oldukça bol üretilen bu elma sirkelerinin ciddi pazar paylarına ihtiyacı vardır.
İşte bunun için kollar sıvanır ve “emperyal liberal ekonominin” çarkları dönmeye başlar.
Üniversitelerde finansman desteği ve katkılar verilerek yaptıkları “elma sirkesinin” analizleri ile ortaya çıkarılan bilgilerin yorumları yayın haline getirilir. 
TV programlarında yemek,diyet ve sağlıklı beslenme programlarında sunucular ayarlanır ve “elma sirkesi” övülür de övülür.
Maalesef bizim “milli refleks ve önceliklerden” uzak akademisyenlerimiz ve gıda sektörümüz, tembel tembel yatarken bir bakarsınız medyamızın beleşçi, taklitçi ve de lobilerin parasına tav “medya” kuklaları ABD ve BATI medyasından devşirilen  “Elma sirkesi”’propagandasının borazanı olurlar.
Artistler, yemek ve diyet proğramlarını sunanlar  “elma sirkesi” üzerine övgüler düzerler. 
Elma sirkesinin pazar payını arttırmak için yurt dışında yapılan elma lobilerinin benzer faliyetlerini Türkiye’de üretilen eşsiz ve rakipsiz meyveler için yapmak kimsenin aklına gelmez ne hikmetse..
 Acaba niçin  üniversiteler başta olmak üzere hiç bir gıda sektöründe  ve tarımsal üretimde örgütlü sivil toplum örgütünün aklına bu tür araştırmaları destekleme gelmez?Bürokrasi desen zaten  böyle teknik ve taktik bir konuyu düşünüp aklına bile getirmez.
Elma sirkesi ile Üzüm sirkesinin üm içerikleri ve bünyelerinde bulunan enzimlerin neler olduğu ve probiyotik güçleri hususunda karşılaştırmalı olarak kamuoyunun anlayacağı şekilde bugüne kadar acaba  kaç araştırma ve yayın yapılmıştır derseniz ?!!..
Üzüm ve Zeytin çok özel ve hiç bir meyveye benzemeyen özellikler taşıyan meyvelerimizin başında gelir. Bu iki meyvenin ilginç özelliği, üzümün suyunda ve zeytinin yağında, üretildikleri toprak yapısına ve iklim şartlarına bağlı olarak bir çok meyvenin aromasını, lezzetini ve kokusunu bünyelerinde toplamaları ve yerken de bu tadları hissedebileceğiniz  ender iki meyve olmalarıdır. Taze sıkılmış soğuk sıkım zeytin yağını tattığınızda, sevdiğiniz meyvelerin taze iken bilinen tatlarının karmaşık bir aromasını hemen hissedersiniz. 
Üzüm suyundan elde edile şıra, şarap ve sirkede farklı meyve tatarlarını bünyesinde taşır. Hatta bir çok şarap tanıtımlarında profesyonel “tadımcılar” farklı şarapların üstünlüklerini, kalite ve lezzetlerini öne çıkarırken bazı meyvelerin isimlerini söylerler. Böğürtlen, Ahududu, taze elma, kiraz gibi.
Kısaca Üzümün içinde elma dahil bir çok  meyvenin aroma ve lezzet özellikleri varken, elmada sadece elma meyvesinin özel karakteristik tat ve özellikleri vardır. 
Özetle Üzüm bir çok meyvedir, fakat elma sadece elma ve armutta sadece armuttur.
Üzümün Anavatanı ve genetik merkezi Anadolu ve Kafkasya’dır. Tüm dünyaya bu bölgelerden yayılmıştır. İlk asma bağlarının ve şarap üretiminin Arkeolojik buluntuları 10 bin yıl öncesine dayanır ve Diyarbakır, Lice’de bulunmuştur.
Elma sirkesi üzerinden anlatmaya çalıştığım esas mesele şudur. 
“Emperyal pazar ekonomileri”  hangi ürünü ve türevlerini reklam ediyorlarsa 
bilin ki bu çalışmalar kendi ülkelerinin ekonomik çıkarına ve önceliklerine dayanır. Sağlık açısından yapılan propagandalar ise bu reklamların vazgeçilmez oltalarıdır.
Mesela size bu olaya örnek iki üründen daha bahsedeyim : 
Brüksel lahanası ve Brokoli…
Tohumlarında tamamen dışa bağımlı olduğumuz ve artık Türk mutfağına sokulmuş pazar payı hızla büyütülen iki sebzedir Brüksel lahanası ve Brokoli !…
Brüksel Lahanası ve Brokolinin faydaları diye yazın, internette onlarca yabancı kaynaklardan aşırılmış araştırma ve yayın görürsünüz. 
Halbuki bizim coğrafyamızın yüz yıllarca tanınan, bilinen ve severek yenilen her çeşit lahanası ve karnıbaharı üzerine aynı oran ve derinlikte bir yazı yayın ve överek öne çıkaran tek bir bilimsel makaleyi aynı internette göremezsiniz. Aslında Brüksel lahanası, bildiğimiz lahanadan ve Brokolide, bildiğimiz karnıbahardan melezleme yöntemi ile elde edilmiş, özünde çok farkı olmayan iki sebzedir.
Fakat bizde üretilen karnıbahar ve Lahananın yerli tohumları elimizde var olmasına rağmen her yıl brokoli ve Brüksel lahanasının tohumlarını ithal etmek mecburiyetindeyiz.
Sirke üzerine yazalım derken iş nerelere geldi. 
Aslında “Milliyetçiliği” sadece güvenlik parantezine sıkıştıran ve böyle algılanması işlerine gelen çevreler gidişattan oldukça memnun. 
Sadece “kanla yapılan” vatan savunmasının sınırlarına hapsedilmeye çalışılan ve çoğu zamanda “aşırılığı” ırkçılıkla suçlanıp tokatlanmaya çalışılan “milliyetçilik” olgusundan; “emperyal güçler” fazla endişe etmez. 
Onlar asıl “milli bir şuurla “ ayağa kalkacağından korktukları “alın teri ve emek milliyetçiliğinin” vatan coğrafyasında milletle buluşmasından korkarlar ve bunun önlemini alırlar.
Tarımın yerlerde sürünmesinin, gıda sektörünün sağlığımızı tehdit eden canavarlıklarının kaynağı ne zannediyorsunuz ?
Silahlı terör örgütleri yılda kaç kurşun sıkarak kaç vatandaşımızın böbreklerini, ciğerlerini iflas ettirebilirler.? 
Buna karşılık “nişasta bazlı şeker” yedirilen kaç çocuğumuz ve vatandaşımız  kronik hastalıkların pençesine her yıl düşürülmektedir?
Milliyetçilik bayrakla, vatanla söze başlar ama, unutmayın zafere ulaşan imzasını ancak  alınteri, emek ile, milli hassasiyetle planlanan ve rakip tehditlere duyarlı ve de kapalı “üretim” ile atar. 
Atatürk cephede kazandığı zaferlerini, Anadolu’nun üretim gücü ile “milli şahlanışla” ayağa kaldırmasa ve yatırımlar ile taçlandırmasa idi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ilk kuruluşundan sadece 15 yıl sonra Dünyada adından saygı ve övgü ile söz ettirebilir miydi?
Şimdi söyleyin bakalım. Üzüm sirkesi mi? Elma sirkesi mi?
Brüksel lahanası mı? yoksa Bafra, Ulukışla lahanası mı?
Brokoli mi? 
Beyaz karnıbahar  mı?
Daha sırada siyah turbumuz ve şalgamımız da var.
Bir gün onlarıda anlatırız inşallah. 
Sağlıkla kalın..

Hamdi Arabacıoğlu

23 Eylül 2024 Pazartesi

FABRİKALARIN LİSTESİ

Atatürk'ün açtığı fabrikaların tam listesi.

Kolay mı hem Osmanlı'nın borcunu ödeyip hem yurdun dört bir yanına fabrikalar kurmak?

➡️1-Ankara Fişek Fabrikası (1924)
➡️2-Gölcük Tersanesi (1924)
➡️3- Şakir Zümre Fabrikası (1925)
➡️4-Eskişehir Hava Tamirhanesi (1925)
➡️5-Alpullu Şeker Fabrikası (1926)
➡️7-Uşak Şeker Fabrikası(1926)
➡️8-Kırıkkale Mühimmat Fabrikası (1926)
➡️9-Bünyan Dokuma Fabrikası (1927)
➡️10-Eskişehir Kiremit Fabrikası (1927)
➡️11-Kırıkkale Elektrik Santrali Ve Çelik Fabrikası (1928)
➡️12- Ankara Çimento Fabrikası (1928)
➡️13-Ankara Havagazı Fabrikası (1929)
➡️14-İstanbul Otomobil Montaj Fabrikası (1929)
➡️15-Kayaş Kapsül Fabrikası (1930)
➡️16-Kayseri Uçak Fabrikası
➡️17-Kırıkkale Elektrik Santrali Ve Çelik Fabrikası (1931- Genişletildi)
➡️18-Eskişehir Şeker Fabrikası (1934)
➡️19-Turhal Şeker Fabrikaları (1934)
➡️20-Konya Ereğli Bez Fabrikası(1934)
➡️21-Bakırköy Bez Fabrikası (1934)
➡️22-Bursa Süt Fabrikası (1934)
➡️23-İzmit Paşabahçe Şişe Ve Cam Fabrikası (1934 Temel Atma)
➡️24-Zonguldak Antrasit Fabrikası (1934 Temel Atma)
➡️25-Zonguldak Kömür Yıkama Fabrikası (1934)
➡️26-Keçiborlu Kükürt Fabrikası (1934)
➡️27-Isparta Gülyağı Fabrikası (1934)
➡️28-Ankara, Konya, Eskişehir ve Sivas Buğday Siloları (1934)
➡️29-Paşabahçe Şişe Ve Cam Fabrikası (1935 - Tamamlandı)
➡️30-Kayseri Bez Fabrikası (1934 Temel Atma)
➡️31-Nazilli Basma Fabrikası (1935- Temel Atma)
➡️32-Bursa Merinos Fabrikası (1935 Temel Atma)
➡️33-Gemlik Suni İpek Fabrikası (1935 Temel Atma)
➡️34-Keçiborlu Kükürt Fabrikası (1935)
➡️35- Ankara Çubuk Barajı (1936)
➡️36-Zonguldak Taş Kömür Fabrikası (1935)
➡️37-Barut, Tüfek Ve Top Fabrikası (1936)
➡️38-Kırıkkale Çelik Fabrikası
➡️39-Malatya Sigara Fabrikası (1936)
➡️40-Bitlis Sigara Fabrikası (1936)
➡️41-Malatya Bez Fabrikası (1937 Temel Atma)
➡️42-İzmit Kağıt Ve Karton Fabrikası (1934- Temel Atma)
➡️43-Karabük Demir Çelik Fabrikası (1937- Temel Atma)
➡️44-Divriği Demir Ocakları (1938)
➡️45-İzmir Klor Fabrikası (1938- Temel Atma)
➡️46-Sivas Çimento Fabrikası (1938-Temel Atma)

22 Eylül 2024 Pazar

ADALET DEDİĞİN...

FRANKFURT TARİHİNE GEÇEN OLAY 

Olay 1506'da Frankfurt'ta kaydedilmiştir. Bir tüccar 800 lonca kaybeder. Yoldan geçen bir marangoz da tesadüfen bu tüccarın çantasını bulur. Son derece dindar olan   marangoz cüzdanı bulduğunu kimseye söylemez ve bu kadar çok para kaybının farkedilmesinin mümkün olmadığını değerlendirir ve sahibinin bu parayı arayacağını düşünür.  

800 lonca ne kadardır? O zaman, 40 lonca için iyi bir at satın alınabildiğinde yaklaşık 20 at bedeli kadardır.

Bir gün marangoz kiliseye gider. Rahibin, Frankfurt'a giren tüccarın 800 lonca kaybettiğini ve bulanın   100 lonca ile ödüllendirileceğini duyurur.

Bunun üzerine marangoz parayı getirir ve Rahibe teslim eder.

Tüccar gelir ve çantayı alır. Ancak marangoza, vadetmiş olduğu 100 loncayı ödemeyi reddeder. Marangoza 5 lonca uzatır. Marangoz tüccara sözünü tutmasını  söyler. Açgözlü tüccar, vaat edilen 100 loncayı vermemek için cüzdanında 800 değil 900 lonca olduğunu iddia eder. Marangozun çantadan para aldığını iddia eder. Rahip, marangoz için ayağa kalkar. Marangozu tanıdığını ve onun dürüst bir adam olduğunu söyler. Asla böyle bir şey yapmayacağını söyler. Tartışma kızışır. Rahip, tüccarı ve marangozu Frankfurt mahkemesine götürür.

Hakim süreci başlatır. Tüccara, İncil'e elini  koyarak 900 lonca kaybettiğini  yemin etmesini söyler. Tüccar tereddüt etmeden elini İncil'e koyar ve yemin eder. Yargıç, marangoza 800 lonca bulduğuna yemin etmesini söyler. Marangoz da elini İncil'e bastırarak yemin eder.

Herkes merakla hakimin kararını bekllemektedir. Hakim her şeyin gün gibi açık olduğunu belirterek, “Marangoz 800 lonca buldu ve tüccar 900 lonca kaybetti. Yani marangozun bulduğu kese tüccarın değil. Dolayısıyla marangozun bulduğu   para, sahibi çıkmadığına göre Marangozun kendisine aittir. Tüccar ise  kaybettiği  900 loncasını aramaya devam edebilir” ,kararını verir.

Fakir bir marangozun haklarını reddeden cimri bir tüccar adil bir yargıç tarafından cezalandırılmış ve bu olay Frankfurt tarihine geçmiştir.
Alıntı

19 Eylül 2024 Perşembe

NASIL BU KADAR ARAYI AÇTILAR?

1500'lerde İngiltere'de insanların çoğu Haziran'da evleniyordu senelik banyolarını da Mayıs'da yapıyorlar, Haziran'da çok kötü kokmuyorlardı..

Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu..
Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu..

Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti.. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak ta bebekler aynı suda yıkanıyordu.. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü..
İngilizcedeki 'banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın' deyimi buradan gelmektedir..
Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu..

Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu..

Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu..

Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu.. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu.. Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar bu nedenle oluştu..

Zemin topraktı.. Sadece
Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı..
Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu..

Bunu önlemek için yere saman seriyorlardı.. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu.. Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu.. Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı 'Thresh hold' (saman tutan; Türkçesi eşik idi..

Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu..

Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu.. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu.. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu.. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu.. 'Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük' (Peas Porridge hot, Peas Porridge cold, Peas Porridge in the Pot nine Days old) tekerlemesinin menşei budur..
Bazen domuz eti buluyorlar o zaman çok seviniyorlardı..

Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı.. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi.. Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı..
Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu.. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açabiliyordu.. Domatesler buna sık sık sebep olduğu için bundan sonraki yaklaşık 400 yıl Domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü..

Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu.. Onun yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı.. Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu.. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu..

Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için, içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu.. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında 'tabak ağzı' (Trench Mouth) hastalığı ortaya çıkıyordu..

Ekmek itibara göre bölüşülüyordu.. İşçiler yanık olan alt kabuğu, aile orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı..

Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu.. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu.. Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık bile yapıyordu.. Hatta bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu..
Buna 'uyanma' nöbeti deniyordu..

İngiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı.. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir 'kemik evi'ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı..

Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü.. Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı..

Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar.. Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi.. Buna mezarlık nöbeti denirdi.

Ortaçağda Avrupa'daki rahibelerin yüz ve ellerinden başka yerlerini yıkamaları kesin olarak yasaklanmıştı..

Kastilya Kraliçesi İsabella bile 50 yıldan fazla süren hayatı boyunca iki kez banyo yapmıştı..
Tuvaletle henüz tanışmayan Avrupa'da lazımlıkları sokaklara boşaltma adeti 17. yüzyıla kadar sürdü..

Fransa krallarından 14. Louis, gününün belli bir zamanını lazımlığında oturarak geçirir, devlet işlerini de buradan yürütürdü..

1600'lerde İstanbul'a gelen İngiliz büyükelçiler, lazımlık kullanma ve bunu da pencereden boşaltma adetleri yüzünden şehirden uzak olan Tarabya'yaki bir konağa gönderilmişti.. 19.yy da kesin olarak tuvalet kullanma sözü vermeleri üzerine Taksim'e taşınmalarına izin verilmişti..
liste böyle uzaaar gider..

Ama esas dikkat çekmek istediğim konu şudur;
1500 lü yıllarda adeta b*k içinde yaşayan Avrupa nasıl oldu da arayı bu kadar açtı?
Bu da bizim sınavımız olsun..

Prof. Dr. Erol Duren

11 Eylül 2024 Çarşamba

MARRIAGE 😊

Socrates: “Ne pahasına olursa olsun evlenin. Eşiniz iyi çıkarsa mutlu olursunuz, yok fena çıkarsa o zaman da filozof olursunuz.”

Oscar Wilde:“Erkekler kendilerini yorgun hissettikleri için, kadınlar ise meraktan evlenirler. İkisi de hayal kırıklığına uğrar.”

Woody Allen:“Evlilik, umudun ölümüdür.”

Confucius: “Eş seçmek kitap seçmeye benzer, iyi tasarlanmış bir kapak ve cilt ilginizi çekebilir, içeriği sağlam olmadıkça sonunu getirmek zordur.”

Çehov: “Sevmeden evlenmek, inanmadan ibadet etmek gibi alçakça bir iştir.”

Zsa Zsa Gabor: “Erkek, evlenene kadar eksik bir erkektir ve evlendiğinde artık bitmiştir.”

Schopenhauer: “Evlenmek, insanın haklarının yarıya düşmesi, görevlerinin iki katına çıkmasıdır.”

Lady Astor: “Ben sizin karınız olsaydım, kahvenize zehir koyardım.”
Churchill: “Ben de sizin kocanız olsaydım, o zehirli kahveyi seve seve içerdim!”

9 Eylül 2024 Pazartesi

Drama Köprüsü

Drama köprüsü o devrin haksızlıkla para kazanan, halkı ezen zenginlerinden alınan haraçla Debreli Hasan tarafından yaptırılmıştır. Kaynaklar Debreli Hasanın, 1900 lü yıllarda hala makedonya nın Osmanlı’da olduğu dönemlerde Drama'da yaşadığını söyler.
Debreli, Sarısaban bölgelerinde faaliyet göstermiş bir halk kahramanı ve eşkıya olarak gösterilir. Eşkiya olmasıda, Askerlik yılları içerisinde haksızlığa dayanamayarak kendisine hakaret eden komutanını vurmasıyla başlar, dağlara kaçar ve eşkiya olur. Bu durumdan Kendiside pişman olur ama kötü eşkiyalık yerine iyileri kollar Gayri müslimleri soyar, fakir Türklere dağıtır. Bekarları evlendirir. 
Adı unutulmasın diyede Debreli Hasan’a Türkü yakılır.
Drama Köprüsü, Makedonya'da Drina Nehri üzerinde yapılan 11 gözlü köprüdür. Türkiye’de adına türkü yazılması ile meşhur olan bu köprü. Dünya da ise İvo Andric’e Drina Köprüsü romanı ile nobel edebiyat ödülü kazandırmıştır.
Debreli Hasan'ın yaşadığı dönem kesinlikle bilinmemekle beraber Çakırcalı Efe ile aynı zamanda yaşadıkları görüşleri, hatta atıştıklarına dair hikayeler onun 1920 yılları arasında Makedonya dağlarında olduğunu göstermekte.
Halk arasında söylenen menkıbeye göre; Selanikli Yahudi bir tüccar, ticaret için İzmir'e gidecektir. Kendisine "Eğer bu civar dağlarda hükümran olan Debreli'den geçse dağlarında Çakırcalı'dan geçemezsin. "denir. Nitekim de öyle olur. 
Debreli'nin çetesinde pek çok kişi yoktur. Bilinen Kara kedi namıyla bir tek kişi olduğudur. Halka onu sevdiren eşkıya kişiliğinin en ustun tarafı ise fakirlere yardım etmesi, bilhassa birbirini seven yoksul gençleri evlendirmesidir. Bu konuda şöyle bir menkıbe de vardır. "Evlenmek niyetinde olan dağlı bir genç, tek danasını almış, pazarına inmektedir. Yolu, Debreli Hasan tarafından kesilir. Delikanlının evlenme parası olmadığını anlayınca Debreli kendisine düğün için yetecek parayı verir ve danasını satmamasını salık verip uğurlar." 
Makedon dağlarının Debreli'si sonunda padişah affına uğrar veya söylentiye göre mübadelede güvenlik güçlerinin elinden kaçmayı başarır ve Türkiye'ye göç eder. Kısacası Rumeli Türklerinin gönlüne yerleşmiştir efsanesiyle Debreli Hasan ve adına bu türkü söylenir: 

Drama köprüsü Hasan dardır geçilmez 
Soğuktur suları Hasan bir tas içilmez 
At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin 
Drama mahpusunda Hasan Kara kedi dinlesin 
Mezar taşlarını Hasan koyun mu sandın
Adam öldürmeyi Hasan oyun mu sandın 
At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin 
Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin 
Drama köprüsü Hasan dardır daracık 
Çok istemem Yanko Çorbacı bin beş yüz liracık 
At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda Hasan Kara kedi dinlesin 
Drama köprüsünü Hasan gece mi geçtin 
Ecel şerbetini Hasan ölmeden mi içtin 
At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin 
Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin. 
Kaynak: 
Öyküsüyle Türküsüyle Batı Trakya Türküleri 
Reşit Salim- Osman H. Arda